default

FBI tercümanı Sibel Edmonds'tan bomba iddialar |
|
11 Eylül sonrasında ABD istihbaratında yaşananları gözler önüne sermek için büyük bir mücadele veren eski FBI tercümanı Sibel Edmonds bu kez de Ortadoğu ve Orta Asya’daki gizli operasyonlarda Türkiye’nin taşeron olarak kullanıldığını, Susurluk çetesinin de bunun bir parçası olduğunu ileri sürdü Tercümanlık yaptığı FBI’daki usulsüzlükleri dile getirmesinin ardından 2002 yılında Amerikan istihbaratı tarafından işine son verilen, ancak 11 Eylül sürecinde Bush yönetiminin bir numaralı düşmanı haline gelen Sibel Edmonds bir kez daha Amerika’yı karıştırdı. 11 EYLÜL ABD İSTİHBARATININ İŞİYDİ Daha önce El Kaide tarafından düzenlenen ve dünyada askeri-siyasi dengelerin yeniden şekillenmesine sebep olan İkiz Kule saldırısının Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde gerçekleştiğini iddia ederek ortalığı ayağa kaldıran 38 yaşındaki Türk asıllı Edmonds, bu kez de ABD’de Demokratlar’ın en büyük internet sitesi Daily Kos’ta yayınlanan “Bomba iddialar” başlıklı röportajında ABD’nin Orta Doğu ve Orta Asya’da Türkiye ile ortak gizli operasyonlar düzenlediğini, El Kaide ve Taliban’ın da 11 Eylül’den önce ABD hesabına çalıştığını ileri sürdü. Edmonds, “Amerika’nın adamı” olarak nitelendirdiği El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in de İkiz Kule eyleminden önce ABD tarafından operasyonlarda kullanıldığını kaydetti. ABD, TÜRKİYE'Yİ TAŞERON OLARAK KULLANIYOR Bu iddialarına kanıt olarak FBI’da geçirdiği süre içerisinde karşılaştığı istihbarat raporları ve diyalogları gösteren Edmonds, ABD’nin El Kaide ve Taliban ile bağlantı konusunda da Türkiye’yi taşeron (proxy) olarak kullandığını belirtti. Edmonds’un Türkiye’de bomba etkisi yaratacak en önemli iddiası ise Susurluk skandalıyla ortaya çıkan derin devlet oluşumunun da ABD’nin bu gizli yapılaşmasının bir parçası olduğu şeklinde. Edmonds’a göre ABD yaklaşık 10 yıldan beri Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki etkisi kullanılarak bu bölgelerde Türk ajanlarının da yardımıyla ayaklanmalar ve Amerikan çıkarlarını kollayan operasyonlar düzenliyor. Susurluk’un önde gelen isimleri de bunun bir parçası. Edmonds’a göre MİT’in Kontr-terör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür ile ABD’nin eski Türkiye büyükelçileri Grossman ile Edelman Türkiye’deki oluşumun en önemli liderleri arasındaydı. Edmonds’a göre ABD’nin bölgedeki gizli operasyonlarının Susurluk’un çözülmesi durumunda açığa çıkmasından korkan ABD’liler başarılı bir şekilde bu skandalın hasıraltı edilmesini sağladı. BİN LADİN ABD'NİN ADAMI Edmonds ABD’nin Orta Asya’daki operasyonları konusunda şu iddiaları ortaya attı: * Amerikalılar’ın Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’da huzursuzluk yaratmak istediği zamanlar Çin ve Rusya’dan gelecek tepkileri bertaraf etmek ve parmak izini bu bulaştırmamak için kullandığı ülke Türkiye oldu. * Bölgedeki hem pan-Türk hem de Pan-İslam etkileri nedeniyle NATO müttefiki Türkiye’nin bölgedeki etkisi ABD’den çok daha fazlaydı. * Türkiye bölgede Taliban ve El Kaide’yi kullanarak etkisini artırdı. Yaklaşık 10 yıl önce bu bölgede başlayan operasyonlarda Türk ajanlar kullanıldı. Amaç bu bölgedeki enerji kaynakları ve askeri gücü ele geçirmekti. * Bin Ladin, Taliban ve El Kaide 11 Eylül’den önce Amerika için çalıştı. * Çin’in Şincan bölgesindeki Uygurlar’ı da Türkiye’nin nüfuzunu kullanarak ABD kışkırtıyor. Son olaylar da Amerika’nın bu bölgede yaratmak istediği karışıklık nedeniyle çıktı. LİSTEDEKİ TÜRK İSİM Edmonds, ABD’nin Ortadoğu ve Orta Asya’daki gizli operasyonlarının içinde yer aldığını iddia ettiği 18 ismin fotoğraflarını da web sitesinden yayınladı. Listede Richard Perle, ABD’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Eric Edelman, Marc Grossman’ın yanısıra Mehmet Eymür’ün adı da yer alıyor. AZERBAYCAN DARBESİ VE SUSURLUK Azerbaycan’daki darbe girişimiyle Türkiye’nin bağlantısı Susurluk Raporu’nda yer almıştı Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından görevlendirilen Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda Azerbaycan’daki darbe girişimine de yer verilmişti. Ancak kamuoyuna açıklanan raporun Azerbaycan’la ilgili bölümü devlet sırrı nedeniyle yayınlanmamıştı. Raporun sansürlenen 12 sayfalık bölümü yıllar sonra Ergenekon iddianamesinin eklerinde yer aldı. Buna göre Azerbaycan’daki darbe girişimi raporda şöyle anlatılıyordu: Emniyet Genel Müdürlüğü yurtdışına açılırken, MİT eski elemanı olup, Türkiye’ye dönen Abdullah ÇATLI’yı ele almış ve dış operasyonlar için istihdam etmiştir... MİT’in Azerbaycan’daki Darbe Girişimi başlıklı not’u uzun olduğu için Ek: (8) olarak sunulmuştur. Bu not’un tetkikinden görüleceği üzere ve özetle darbe; “Azerbaycan’ın karışıklığından kaynaklanmış, Ayvaz GOKDEMİR’in zımni desteği sağlanarak, Acar OKAN, Kamil YÜCEOKAL’ın Türkiye’den katkısı ile Azerbaycan eski Cumhurbaşkanı Ayaz Muttalibov, eski Başbakan Suret Hüseyinov ve Omon birlikleri kumandanı Ruşen Cevadov ve Elçibey’in iştirakiyle yapılacak ihtilâl, Azerbaycan’daki Türk görevlilerinden MİT Bakü temsilcisi Ertuğrul GÜVEN’in, TİKA görevlisi Ferman DEMİRKOL’un ve Din Hizmetleri Müşaviri Abdülkadir SEZGİN’in ihmali, kusuru veya tertibi ile oluşmuştur. MİT ise 10 Mart 1995 de gelişmeleri haber almış, Sn. Cumhurbaşkanı vasıtasıyla Haydar ALİYEV’i ikaz etmiştir...” Ferman Demirkol’un kime bağlı olduğu sualimize cevaben Sn.Müsteşar adı geçenin MİT elemanı olduğunu teyit etmiştir... Raporun teklifler bölümünde ise “Azerbaycan’da Darbe Girişimi ve Türk tarafının tutumu ayrı bir soruşturmaya konu olmalıdır” denilmişti. Trafik kazasıyla ortaya çıkan karanlık ilişkiler Susurluk skandalının ardından oluşan iyimser hava kısa sürede yok oldu. Uzayan davalar siyasilerin ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sözünü boşa çıkardı 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta bir Mercedes kamyonun altına girdi. Mercedes’te bulunanların kimliği açıklandığında cumhuriyet tarihinin en önemli skandallarından biri ortaya çıktı. Kazada Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, 1980 öncesi birçok kanlı eyleme imza atan Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us yaşamını yitirmiş, DYP milletvekili Sedat Bucak ise ağır yaralanmıştı. Kamuoyu günlerce katliam zanlısı, siyasetçi ve bip polis şefini bir araya getiren ilişkiler ağını tartıştı. Karanlık ilişkilerin ortaya çıkmasını isteyen yüzbinlerce vatandaş, “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakiak Karanlık” eylemine katıldı. Mitingler düzenlendi. Ancak dönemin hükümeti ise bu talepleri küçümsedi. Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, eylemle ilgili olarak “mum söndü oynuyorlar”, Başbakan Erbakan ise skandalla ilgili olarak “fasa fiso” dedi. Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ise “Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” diyerek, karanlık ilişkiler içinde olduğu iddia edilen güvenlik güçlerine sahip çıktı. Refah-Yol hükümetinin 28 Şubat süreci sonucunda düşmesinin ardından iktidara gelen Mesut Yılmaz, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş’ı olayı araştırması için görevlendirdi. Savaş ünlü Susurluk Raporu’nu kaleme aldı. Ancak uzun tartışmalar ve yargılamaların ardından kamuoyunu tatmin eden bir sonuç çıkmadı. Skandalla ilgili bir çok iddia aradan yıllar geçtikten sonra açılan Ergenekon davalarında da gündeme geldi. ERGENEKON AVUKATI ÇETİNBAŞ DAVAYI 3 AYDA BİTİRMİŞTİ Susurlukta'ki ünlü kazanın ardından kamuoyunda büyük tepki oluştu ve yüzbinlerce insan “Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık” adı verilen eyleme katıldı. Siyasiler karanlık ilişkilerin açığa çıkarılacağına dair sözler verdi. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 11 Kasım 1996’da başlattığı soruşturma 6 Mart 1997’de tamamlandı. İstanbul 6 Nolu DGM’de açılan dava, 2 Haziran 1997’de görülmeye başlandı. Bir yıl sonra davada tutuklu yargılanan sanık kalmadı. Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ve MiT eski görevlisi Korkut Eken’in 6’şar yıl, diğer 12 sanığın da 4’er yıllık ağır hapis cezasının Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nce onandığı yargı süreci, yaklaşık 4 yıl 7 ay sürdü. Mehmet Ağar hakkında görevsizlik kararı verildi, Sedat Bucak’ın dosyasını ise ana davayla birleştirdi. Bu davada Bucak beraat etti. Davayı 12 Şubat 2001’de karara bağlayan 6 No’lu DGM, sanıklardan İbrahim Şahin ve Korkut Eken’i, “cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak ve bu teşekkülü yönetmek” suçundan 6’şar yıl, eski polisler Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ercan Ersoy ve Ziya Bandırmalıoğlu, Bucak’ın şoförü Abdülgani Kızılkaya, “katliam hükümlüsü” Haluk Kırcı, “uluslararası uyuşturucu kaçakçısı” Yaşar Öz, öldürülen Topal’ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir’i de “cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak” suçundan 4’er yıl ağır hapis cezasına mahkum etti. İstanbul 6 No’lu DGM’de, 2 Haziran 1997’de görülen davaya heyet başkanı olarak çıkan Sedat Karagül, Kasım 2000 tarihinde yapılan atamalarda istanbul Cumhuriyet Savcılığı’nda görevlendirildi. Uzun süre burada kendisine görev verilmesini bekleyen ve daha sonra da üye hakim olarak istanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne atanan Karagül, 26 Eylül 2001’de geçmiş hizmetlerine uygun bir görev verilmediği gerekçesiyle emekliye ayrıldı. Davayı, Sedat Karagül’ün yerine atanan Metin Çetinbaş’ın başkanlığındaki heyet davayı 3 ay içerisinde sonuçlandırdı. Çetinbaşş şuan Ergenekon sanıklarından Kemal Alemdaroğlu'nun avukatlığını yapıyor. |

İşte bebek katili Öcalan'ın yol haritası |
|
HaberAyna Kamuoyunda tartışılmaya başlanan Kürt açılımı konusunda, bazı çevrelerin bebek katili Öcalan'ı tartışmanın odağına yerleştirme konusundaki ısrarlı çabaları sürüyor. İçişleri bakanı Atalay'ın Kürt açılımı konusunda bugün yaptığı açıklamanın ardından DTP lideri Ahmet Türk de bir açıklama yaptı. Açıklamasında, sorunun çözümü konusunda bebek katili Öcalan'ın nasıl bir yol haritası ortaya koyacağının toplumda merak edildiğini söyleyen Türk, bebek katili Öcalan'ın toplumda, kamuoyunda herkes tarafından merakla dinlenen bir insan olduğunu da ileri sürdü. Ahmet Türk'ün, bu açıklaması tepkilere neden oldu. BELLEKLERİ TAZELEME Yapılan tartışmalarla kamuoyunu Ahmet Türk'ün söz konusu açıklamaları doğrultusunda bebek katili Öcalan'ın geçmişteki icraatlarının unutturulmaya çalışılması dikkat çekiyor. Türk toplumunun unutkanlığından faydalanılarak gerçekleştirilen bu çalışmalar, 35 bin şehit annesine nasıl unutturulacağı merak konusu oldu. SORUN KÜRT SORUNU DEĞİL TERÖR SORUNU Yüzyıllardır omuz omuza vermiş cephelerde beraber savaşıp, aynı ekmeği bölüşmüş Türkler ile Kürtler'in hiç bir sorunu yok. Bu ülkede Kürtlere yapılanlar Türkler'ede yapıldı. Terörü legalleştirmek için uydurulan Kürt sorunu, bu ülkenin asli unsurlarından olan Kürtler üzerinden nemalanmak isteyen bir takım çevrelerin sürekli gündeme getirdikleri uyduruk bir tabirdir. Bu ülkede Kürt sorunu yok sistem ve terör sorunu vardır. GEL! YAZISI İÇİN TIKLAYIN İŞTE ÖCALAN'IN YOL HARİTASI... Yıllardır Türk-Kürt ayırımı yapmadan bebek ve kadunları dahi acımadan katlettiren, elinde fırsat olmasına rağmen emrindeki terörsitlere silah bıraktırmayan ve akan kandan beslenen bebek katili Öcalan'ın asıl yol haritası... ![]() 1993-10-19 ŞŞanlıurfa. Suruç-Yağışlı köyü. Yolcu otobüsünün yakılması ![]() 1991-12-25 İSTANBUL - BAKIRKÖY. Çetinkaya mağazası'na bombalı saldırı; 6 çocuk, 6 kadın şehit. ![]() 1994-02-13 İstanbul Tuzla tren istasyonu'na bombalı saldırı. 5 tedek subay şehit oldu. ![]() 1994-09-11 Tunceli- Mazgirt 6 öğretmen şehit edildi ![]() 1994-01-21 Mardin-Savur Ormancık ve Akyürek köyleri. 10 Çocuk, 6 kadın, 4 erkek şehit edildi. VE DİĞER KATLİAMLARDAN SACECE BİR KAÇI ![]() ![]() ![]() |
Alıntı ve Kaynak : www.haberayna.com

VATİKAN DA PORTEKİZ DE REDDETTİ
Cezaevinden 52 yaşında çıkacak olan Ağca, aldığı "Antisosyal kişilik bozukluğu" raporuyla askerlik yapmaktan da kurtulacak. Halen Ankara Sincan Cezaevi'nde tek kişilik odada kalan Ağca, tahliye olduktan sonra yerleşeceği ülke arayışını sürdürüyor. Vatikan'a yerleşme isteği kabul edilmeyen Ağca'nın, Portekiz'e iltica istemi de kabul görmedi. Ağca'nın, Türkiye'de kalması halinde hangi şehire yerleşeceğine de henüz karar vermediği bildirildi.
ÖZBEY ZAMAN AŞIMINDAN KURTULDU
Bu arada, Papa'ya suikast olayının kilit isimlerinden Yalçın Özbey ise şimdiye kadar yakalanmadığı için zaman aşımından kurtuldu. Özbey'in, buna rağmen Türkiye'ye gelmek istemediği bildirildi.

Bu işi cesur Türkler ve cesur Kürtler çözecek..
Geçtiğimiz günlerde Öcalan'ın avukatlarıyla görüşen Hürriyet yazarı Erturul Özkök'ün yazısı oldukça ses getirmişti. Özkök, Kürt açılımı konusunda yazdığı yazılara devam ediyor. Bugün yazdığı "Cesur Türkler, cesur Kürtler" başlıklı yazısı oldukça tartışılacak gibi görünüyor.
ÖCALAN'A BEN BEBEK KATİLİ DEDİM
ABDULLAH Öcalan'a "Bebek katili" sıfatını ben taktım.Bembeyaz kefen içindeki küçücük bedeni ve melek bakışıyla hepimizin hafızasında kalan o ikona fotoğrafı Türkiye ve dünya Hürriyet sayesinde tanıdı. O fotoğraf, PKK'nın bütün dünyanın gözünde, bebekleri bile katleden bir terör örgütü olarak tanınmasında çok etkili oldu.
PKK'NIN HEDEFİ HALİNE GELDİM
Hürriyet, PKK terörüne karşı çok mücadele etti. Ben şehitlerimizin, gazilerimizin hep yanında oldum. Onları unutturmamak için sayısız yazılar yazdım. Sınır karakollarında göğsünde fişeklikle uyuyan gencecik çocukların ranzalarının yanı başında çok ağladım. PKK'nın hedefi haline geldim.
CUMHURBAŞKANI'NA KATILIYORUM
Dün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Kayseri'deki konuşmasını okurken bunları düşündüm. Cumhurbaşkanı, Türkiye'de siyasetçilerin, aydınların, sanatçıların artık Kürt sorununun çözümü için yapıcı bir tartışmaya başladığını ve bunun güzel bir şey olduğunu söylüyor. Aynen katılıyorum.
AKAN KAN DURSUN
Çünkü ülkemizde akan kanın artık durmasını, Türklerle Kürtlerin bir arada yaşamasını ve maddi manevi bütün gücümüzü Türkiye'yi sadece bölgesel değil, küresel bir dev yapmak için harcayacağımız bir dönemin açılmasını arzu ediyorum.
PKK DAHA 25 YIL BAYRAK DİKEMEZ
Buraya nereden geldik? Geriye bakıyorum ve şunu görüyorum. Eruh baskınının üzerinden tam 25 yıl geçmiş. Ben o gün 37 yaşındaymışım.
Daha geriye bakıyorum, 29 Kürt isyanı. Evet hepsi bastırılmış. Evet, PKK elindeki silahla, mayınla, bombayla bu ülkenin bir santimetrekaresine bayrağını dikememiş. Ama aynı duyguyla geleceğe de bakıyorum. PKK, daha 25 yıl da bayrağını dikemez. İyi ama hayat sadece bu mücadeleden, bu fedakárlıklardan, bu hoyratlıklardan mı ibaret?
SİYASİLER CESARET EDEMEDİLER
25 yıl... Çeyrek asır. Hayat hepimizi değiştiriyor, iyi ki değiştiriyor.
Sadece kin ve nefret duygularından ibaret bir ruhla üniter devleti yaşatmışsınız neye yarar? Önemli olan, o üniter topraklar üzerinde üniter bir ruhu yaratabilmektir. Ne yazık ki siyasetçiler 25 yılda bunu başaramadılar. Belki oy korkusu, belki, hatta daha çok sadece korku.
CESUR TÜRKLER CESUR KÜRTLER
Oysa cesur insanlara ihtiyacımız vardı. Hem Türkler hem Kürtler arasında cesur insanlara ihtiyacımız vardı. Ne yazık ki uzun süre hiçbirimiz bu cesareti gösteremedik. Şimdi Türkiye'de başta Cumhurbaşkanı olmak üzere birçok insan sesini yükseltmeye başladı. Artık çözüm için bir umut var. Şimdi aramızda kalan en büyük engel, silahtır. O silahların sadece susması yetmiyor, gömülmesi gerekir.
HERKES SAMİMİ VE CESUR OLMALI
"Çatışmasızlık" gibi kavramların hiçbir işe yaramadığını, sadece ve sadece iki tarafın provokatörlerine yaradığını yaşayarak gördük. Herkes değişiyorsa, herkes samimi olmalı, cesur olmalı. Bazen silahı bırakmak, o silahı kullanmaktan çok daha fazla yürek ister. Böyle büyük sorunları da ancak o yürekli insanlar çözebilir.
PKK TERÖRÜNDE CESURDUM ŞİMDİ DE CESURUM
Bu yazıları niye yazıyorum. Eğer siyasiler şu veya bu nedenle, oy korkusu veya şahsi korkudan bu sorunu çözecek cesareti gösteremiyorsa, artık halk, aydınlar, sivil toplum örgütleri ayağa kalkmalı. PKK terörüne karşı mücadelede cesurdum. Şimdi silahların bırakılması konusunda da aynı cesareti göstermemiz gerekir diyorum. Yaptığım iş bundan ibarettir.

Geçtiğimiz hafta Hürriyet gazetesinde yer alan "Çavuşlar BEY olacak" habere Genelkurmay'dan yalanlama geldi.
"Astsubay Konsept 2010 adlı bir çalışma yürüten Genelkurmay Başkanlığı, astsubay çavuşların rütbelerinin isimlerini, "Erbey, üstbey" şeklinde değiştiriyor. Değişiklik kararı astsubayların eğitim seviyelerinin yükselmesi üzerine alındı. Rütbe isimleri, internet üzerinde tartışıldıktan sonra belirlendi. " şeklindeki içeriğe Genelkurmay sitesinden cevap verdi.
ASTSUBAY RÜTBELERİYLE İLGİLİ ÇALIŞMAMIZ YOK
Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinde yer verdiği kısa açıklamayla Astsubay rütbelerine yeni isimler verileceğine ilişkin haberlere açıklık getirdi. Genelkurmay açıklamasında, "Bazı basın yayın organlarında astsubay rütbeleriyle ilgili haberlere yer verilmektedir.
Söz konusu haberler gerçeği yansıtmamakta olup, astsubay rütbelerine yeni isimler verilmesine ilişkin bir çalışma yoktur" denildi.
HÜRRİYET'İN O HABERİ
GENELKURMAY Başkanlığı, "Astsubay Konsept 2010" adlı astsubaylarla ilgili kapsamlı çalışmada, son aşamaya yaklaştı. Henüz imzaları tamamlanmayan, ancak ana esasları belli olan çalışma ile astsubayların unvanları ve rütbe işaretleri başta olmak üzere pek çok değişiklik planlandı.
Astsubayların eğitim seviyesinin yükselmesi Genelkurmay'ın dikkatini çekti. Muvazzaf astsubayların yüzde 90'ının ön lisans ve lisanslarını tamamladığı, bazı astsubayların yüksek lisans hatta doktora öğrenimlerini yaptıkları belirlendi. Astsubayların eğitim seviyesine uygun rütbe işareti ve kadro görevlerini karşılaması gerektiği üzerinde duruldu. İsim ve rütbelerin değiştirilmesi aşamasında "herkes fikrini söylesin" diye rütbe isimleri internet ortamında tartışıldı. Sonuçlara göre rütbelerin ismi yeniden belirlendi. Sonuçta 6 rütbede bulunan "çavuş" kalkarken yerine "bey" geldi.
ASTSUBAY İFADESİ KALKTI
Astsubaylığın bir statü olmasından yola çıkılarak her rütbenin önünde bulunması uygulamasından da vazgeçildi. Subayların durumu bu uygulamaya örnek oldu. Teğmen için subay denilmemesinden yola çıkılarak çavuş için astsubay çavuş denilmemesi formülü benimsendi. Astsubayların rütbe işaretlerinin uzman jandarma, uzman erbaş ve erbaşlar ile karıştırılması üzerine yerinin değişmesi de gündeme geldi. Subaylara benzer şekilde astsubaylara apolet takılması uygulamasının dünyadaki benzerlerine dikkat çekildi. Ancak bu aşamada işaretlerin yeri konusunda henüz fikir birliği sağlanamadı.
EMEKLİLİK SÜRELERİ UZUYOR
Ortalama ömür süresinin uzaması ve uzmanlığın öneminin artması nedeniyle terfi ve çalışma süresinin de uzaması öngörülüyor. Bunun sonucunda emeklilik yaşının kademeli olarak artırılması ve 2048 yılında kadın ve erkeklerde 65 olarak eşitlenmesi düşünülüyor. Bu uygulamayla önceden 20 yılda emekliliğine hak kazanan astsubaylar kademeli olarak en az 30 ve daha fazla hizmet süresini tamamlamak zorunda kalacak.
YÜZDE 15'İ SUBAYLIĞA GEÇECEK
Astsubayların yaş ve kıdemlerine bakılarak subaylık sınavına girmesine izin verilirken, 35 yaşından küçük ama doktora eğitimi almış olanların yalnız sözlü sınava alınmasına izin veriliyor. Bu durumda doktora yapanlar, subaylık seçme yazılı sınavından muaf olacak. Yapılan çalışmalarla ordunun subay ihtiyacının yüzde 15'i astsubaylardan karşılanacak.
YENİ RÜTBELER VE SÜRE
Erbey: 3 yıl
Astsubay Çavuş yerine Teğmen Yardımcısı anlamında.
Üstbey: 6 yıl
Astsubay Kıdemli Çavuş yerine Üsteğmen Yardımcısı anlamında.
Olbey: 6 yıl
Astsubay Üstçavuş yerine Yüzbaşı Yardımcısı anlamında.
Akbey: 5 yıl
Astsubay Kıdemli Üstçavuş yerine Binbaşı Yardımcısı anlamında.
Sanbey: 3 yıl
Astsubay Başçavuş yerine Yarbay Yardımcısı anlamında.
Serbey: 5 yıl
Astsubay Kıdemli Başçavuş yerine Albay Yardımcısı anlamında.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek ve yüksek yargıdan gelen 9 üye tarafından yapılan ortak açıklamada, ''HSYK'nın devam eden dava (Ergenekon) ile ilgili yargı bağımsızlığının korunması amacıyla azami hassiyeti gösterdiği'' ifade edilerek, ''Bir kısım basında haksız bir şekilde yer aldığı gibi, HSYK'nın davaya bakan mahkemenin başkan ve üyeleriyle ilgili herhangi bir düşünce, öneri ve tasarrufu başından beri olmamıştır'' denildi.
GİZLİLİK ESAS ALINMIŞTIR
Açıklamada, HSYK Başkanvekili Özbek'in yanı sıra Suna Türkoğlu, Ali Suat Ertosun, Musa Tekin, O.Cem Erbük, Coşkun Öztürk, F.Anıl Genç, Feyzi Altınok, H. Ceyda Kerman ve Ayşe Albayrak Doğan'ın imzası yer aldı.
Ortak açıklamada, hakim ve Cumhuriyet Savcıları ile ilgili 2009 yılı Yaz kararnamesi çalışmaları sırasında basında yer alan haberler nedeniyle kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla kurul görüşmelerinin gizliliği de dikkate alınarak açıklama yapılmasına gerek görüldüğü bildirildi.
Açıklamada, 2009 Yılı Yaz Kararnamesinde uygulanacak ilkelerin Kurul tarafından daha önceden belirlendiğine işaret edilerek 2992 sayılı Adalet Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun'un 18. maddesi uyarınca kararname taslağını hazırlanan ve aynı maddenin (j) bendi uyarınca Yüksek Kurul'un büro işlemlerini yürüten Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünce Adli Yargı Hakim ve Savcıları Hakkındaki Kararname Taslağının 15 Haziran 2009, Adli Yargı Unvanlı Hakim ve Cumhuriyet Savcıları Hakkında Kararname Taslağının ise 6 Temmuz 2009 tarihlerinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerine verildiği kaydedildi.
TASARRUF HAKKI KURULA AİTTİR
2461 sayılı Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu'nun 19, Hakimler ve Cumhuriyet Savcıları Hakkında Uygulanacak Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 26 ve İdari Yargı Hakim ve Savcıları Hakkında Uygulanacak Atama Yönetmeliğinin 25. maddeleri uyarınca taslaklar ile getirilen teklif ve önerilerin gizli ve açık sicilleri ve diğer evrakı ile birlikte Kurul tarafından en geç 1 ay içerisinde incelendiğinin belirtildiği açıklamada şu ifadelere yer verildi:
''Aynen veya gerekli görülen değişiklikler, oylanarak karara bağlanmaktadır. Önemle belirtmek gerekir ki, Personel Genel Müdürlüğünce hazırlanan taslak, Yüksek Kurul'un çalışmaları için hazırlanmış olup, gündeme alındıktan sonra taslak üzerinde her türlü tasarruf hakkı kurula aittir. Taslağın görüşülmesi sırasında üyeler tarafından değişiklik teklifleri verilmesi ve yeni öneriler getirilmesi hem yasal hem de işin gereğidir.
Çalışmalar sonunda, adli ve idari yargıda bin 585 hakim ve savcının atamaları gerçekleştirilmiştir.''
Kamuoyunda ''Ergenekon'' olarak adlandırılan soruşturma nedeniyle basında uzun süredir çeşitli haberlerin yer aldığına işaret edilen açıklamada, ''Bu soruşturmayla ilgili olarak, Kurulumuza yapılan çok sayıdaki başvuru ve şikayetlere ilişkin dilekçeler, gereği için Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'ne gönderilmiş olup, bugüne kadar yapılan işlemlerin aşama ve sonuçları konusunda kurumumuza herhangi bir cevap verilmediği gibi, ilgili dosyalar incelenmek üzere istenildiği halde gönderilmemiştir'' denildi.
-''ADİL YARGILANMA HAKKININ VE YARGININ İTİBARINI KORUNMASI''-
Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
''Yargı bağımsızlığını korumakla sorumlu ve görevli olan HSYK, kendisine intikal eden başvuru ve şikayetlerde ileri sürülen ve dilekçelerin ekinde sunulan karar örneklerinde görülen birtakım usuli yanlışlıkların Anayasa, Ceza Muhakemesi Kanunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve tarafı olduğumuz uluslararası anlaşmalarda yer alan, kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlali sonucunu doğurabilecek uygulamalardan kaçınılması, mağduriyetlere sebep olunmamasını teminen, bu hususların yargı denetiminden geçirilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki çalışmaları yaparak, Adalet Bakanlığınca 'kanun yararına bozma' yoluna başvurulması için oy çokluğuyla karar almış olup buna ilişkin süreç devam etmektedir.
Bilinmesinde yarar vardır ki, HSYK'nın seçilmiş üyeleri, hiçbir şekilde soruşturmaların içeriği ve kişilerle ilgili olmaksızın, yukarıda belirtilen hukukun temel ilkeleri ihlal edilmeksizin kısa sürede sonuca ulaştırılmasını beklemektedirler. Bu, aynı zamanda insan hakları ve adil yargılanma hakkının ve yargının itibarının korunmasının ana unsurudur.
-DEVAM EDEN DAVA-
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, devam eden dava ile ilgili yargı bağımsızlığının korunması amacıyla azami hassasiyeti göstermiş bulunmaktadır. Bir kısım basında haksız bir şekilde yer aldığı gibi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun davaya bakan mahkemenin başkan ve üyeleri ile ilgili herhangi bir düşünce, öneri ve tasarrufu başından beri olmamıştır.
Ancak, soruşturmanın her noktasında basın ve bir kısım siyasetçilerin ölçüsüzce her noktada yargıyı etkileyecek şekilde yer almalarına fırsat verilmiş olması; gizlilik kurallarına uyulmasının sağlanamaması, özellikle soruşturmaya konu olan bir kısım hususların kişi haklarını ihlal edecek ve daha da önemlisi soruşturmanın değişik evrelerinde karar verme durumunda bulunan hakimleri etkileyebilecek, onların üzerinde baskı ortamı oluşturabilecek şekilde önceden yayınlanması, CMK 250. madde kapsamında görevli ikinci bir Cumhuriyet Başsavcı Vekili görevlendirilmesini gerekli kılmış, ayrıca bugüne kadar Yüksek Kurul ve Adalet Bakanlığı'na intikal eden şikayet ve başvurular ile ilgili yasal işlemlerin başlatılıp tamamlanması ve Yüksek Kurula bilgi verilmesi, buna göre işlem yapılmasına oy çokluğuyla karar verilmiş bulunmaktadır.
-BİLGİ KİRLİLİĞİNE NEDEN OLMUŞTUR-
Hiçbir ayrım yapılmaksızın bütün davaların sahibi Türk Milleti ve onun adına yargı yetkisini kullanan yargı organlarıdır. Bu konunun her türlü tartışmadan uzak tutulması zorunludur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuvvetler ayrılığına dayanan demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletidir. Hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiştir. Hakkın, hukukun, hakkaniyetin ve adaletin en üst düzeyde gerçekleşmesi toplumsal barış, emniyet ve güven açısından esastır.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargı bağımsızlığına, hakim teminatına ve yargıya müdahaleye yönelik her türlü olumsuz bakışa ve davranışa, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da gerekli duyarlılığı ve hukuki duruşu gösterecektir. Bu husus Yüksek Kurulun anayasal görevidir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yüksek yargıdan gelen üyeleri gelişen bu süreçte görev, yetki ve sorumluluklarının bilincinde, yasaların emrettiği sınırlar ve gizlilik çerçevesinde hareket etmiştir. Ancak ne yazık ki Kanun gereği gizli olması gereken, sızdırılması suç teşkil eden ve somut gerçeklerle de bağdaşmayan bazı bilgiler sorumsuzca basına verildiğinden, kamuoyunda bilgi kirliliğine neden olmuştur.''
Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan ve Başbakan Erdoğan arasındaki sürpriz kopuşun arkasındaki sır perdesini Güneş gazetesi yazarı Talat Atilla araladı
UNAKITAN - ERDOĞAN ATIŞMASI
Maliye eski Bakanı Kemal Unakıtan ve Başbakan Erdoğan arasındaki sürpriz kopuşun arkasındaki sır perdesi bir türlü aralanamadığı gibi gün geçtikçe de derinleşti. Başbakan, Kemal Unakıtan'ı sağlık nedeniyle görevden aldığını söyler söylemez Unakıtan, 'Benim sağlığım yerinde...' cevabını yapıştırdı. Unakıtan bu cevabıyla açıkça, 'Başbakan doğruyu söylemiyor...' demek istedi.Ya şu cevaba ne dersiniz? Unakıtan, kendisine, 'Başbakan krizin teğet geçeceğini söylemişti' diye soru yönelten gazeteciye sürpriz ötesi bir yanıt verdi; 'Başbakan kendisini kastetmiş olabilir!..'
NEREDEN NEREYE
Ve Final;Yaklaşık 20 yıldır üst düzey bürokratlık yapan Unakıtan'ın kayınbiraderi Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Cihansel Erel, Unaktan'ın görevden alınmasından hemen sonra görevinden alındı... Nereden, nereye, öyle değil mi? Peki, ne olmuştu?
ERDOĞAN - UNAKITAN KAVGASI
Bana gelen sağlam bilgilere göre; Başbakan Erdoğan'la Unakıtan arasındaki kopuşa Başbakanlık makam odasında yaptıkları şiddetli kavga neden oldu. Tartışmanın nedeni bir arazi konusu...
REİS MÜSAİT Mİ
Başbakan Erdoğan, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'dan sürüncemede kalan bir arazi konusunu çözmesini ister. Erdoğan'ın sık sık Unakıtan'a yönelttiği, 'Ne yaptın arazi konusunu?' sorusuna Unakıtan, 'İlgileniyorum efendim!..' cevabını verir.Bardağı taşıran son damla ise Ocak 2009'un sonlarında yaşanır. Yer Başbakanlık makam odası.
Unakıtan, Başbakanlık özel kaleme, 'Reis müsait mi?” diye sorar. Özel kalemin, 'Evet efendim, sizi bekliyor.' yanıtından sonra Unakıtan, Başbakanlık makam odasına girer. Başbakan, Unakıtan'ı görür görmez, 'Arazi konusunu ne yaptınız Kemal Bey, bilgi de vermiyorsunuz bana?' diyerek içinde sitem ve otorite barındıran bir tonlamayla Unakıtan'a soru yöneltir.
KIYAMETİN KOPTUĞU AN
Henüz yerine oturmamış olan Unakıtan, elektrik yüklü ortamı rahatlatmak için hafif bir tebessümle, 'Sayın Başbakanım konuyu milli emlağa havale ettim, henüz bilgi gelmedi.' yanıtını verir.İşte bu yanıt kıyametin koptuğu andır.
ERDOĞAN UNAKITAN'IN ÜZERİNE YÜRÜR
Yerinden hiddetle kalkan Başbakan, Unakıtan'ın üzerine yürür. Unakıtan ani refleksle geriye çekilince dengesini kaybeder ve yere düşer. Erdoğan'ın öfkesi bu durumda da devam eder. Hiddetli bir tonlamayla konuşmaya devam eder, 'Bu ne laubalilik? ben sana söylüyorum, sen milli emlağa havale ettim diyorsun? Ayıp! ayıp!..'Unakıtan sandalyeye tutunarak ayağa kalkar ve sessizce Başbakanlık makam odasını terk eder. Bu olaydan kısa bir süre sonra da Unakıtan Şubat'ın 18'inde ABD Cleveland'da by-pass ameliyatı olur. Çok geçmeden de görevinden alınır.
İşte Ankara zirvesinden çıkan sonuç..
PKK'nın tasfiyesinin yüksek sesle konuşulduğu şu günlerde Türkiye, ABD ve Irak'ın oluşturduğu üçlü mekanizma kritik kararların eşiğinde...İçişleri Bakanı Atalay, üçlü mekanizma toplantısında Türkiye'nin taleplerini masaya koydu: Mahmur Kampı kapatılsın. Örgütün Kandil Dağı'ndaki askeri ve siyasi kampları lağvedilsin. Lider kadro yargılanmak üzere Türkiye'ye iade edilsin...
Terör örgütü PKK'ya karşı Türkiye, ABD ve Irak tarafından oluşturulan "üçlü mekanizma" ana toplantısında Türkiye masaya "üç" şart koydu. Irak'ın Ulusal Güvenlikten sorumlu Devlet Bakanı El Valili'nin başkanlık ettiği heyette IKYY'den üç temsilci yer aldı.
PKK zirvesi Dışişleri Bakanlığı'ndaki "Taha Carım Salonu”nda gerçekleşti. Sabah saat 09.30'da başlayan zirvede ABD'yi Irak'taki Çok Uluslu Gücün Komutan Yardımcısı Steven Hammer, Irak'ı ise El Valili başkanlığındaki 14 kişilik heyet temsil etti.
ATALAY BAŞKANLIK ETTİ
Zirveye Dışişleri, Genelkurmay, Jandarma, MİT ve Emniyet'ten yetkililer katıldı. Türk heyetine başkanlık eden İçişleri Bakanı Beşir Atalay, üçlü mekanizma ana toplantısında üç şartta bulundu:
PKK terör örgütünün lojistik destek ve insan kaynağı olarak kullandığı Kuzey Irak'taki Mahmur Kampı kapatılsın. Kamp PKK'nın dağ kadrosuna eleman kazandırıyor.
Örgütün Kandil Dağı'ndaki askeri ve siyasi kampları lağvedilsin.
Sözde Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ve üyelerinden oluşan lider kadro yargılanmak üzere Türkiye'ye iade edilsin.
LİDER KADRO KANDİL'DE
Türkiye'nin "Kırmızı Bülten" ile 186 ülkede aradığı 326 terör örgütü üyesinin büyük bölümünü PKK'lılar oluşturuyor. Murat Karayılan, Cemil Bayık, Fehman Hüseyin, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Sabri Ok, Ali Haydar Kaytan, Osman Öcalan ve Nizamettin Taş gibi "lider" kadro ise Kuzey Irak'taki kamplarda faaliyet yürütüyor.
Üçlü mekanizma toplantısı sonrası İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Irak ve ABD heyeti onuruna Başkent'in seçkin mekanlarından biri olan Park Fora restoranda öğle yemeği verdi. Ardından El Valili ile başbaşa görüştü.
SOMUT SONUÇ BEKLiYORUZ
Üçlü mekanizmanın bakanlar düzeyindeki ana komitesinin üçüncü toplantısında Türk heyetine İçişleri Bakanı Beşir Atalay başkanlık yaptı. ABD'yi ise Irak'taki Çok Uluslu Gücün Komutan Yardımcısı Steven Hammer temsil etti.
ATILACAK ADIMLARI GÖZDEN GEÇİRDİK
Toplantıya ilişkin açıklama yapan İçişleri Bakanı Beşir Atalay üçlü mekanizmaya her üç tarafın da verdiği önemin ortaya konduğunu söyledi. Atalay toplantıda, son görüşmeden bu yana elde edilen gelişmelerin ele alındığını, önümüzdeki dönemde atılması gereken adımların gözden geçirildiğini söyledi.
Atalay "Kuzey Irak'taki hareketliliği değerlendirdik. Alt komisyonların raporlarını konuştuk. Türkiye olarak daha somut sonuçlar peşindeyiz, daha fazla beklentimiz var. Güvenlik noktasında eğitim amaçlı işbirliği konusunu görüştük. Bundan sonraki toplantımızı ekim ayında Bağdat'ta yapacağız" dedi.
PKK IRAK İÇİN TEHLİKE
Atalay, Mahmur Kampı'yla ilgili soruya "Mahmur ve diğer konular bir bütündür. Mahmur Kampı da gündemimizde, inceliyoruz. Çok nüfus olduğu için daha fazla bilgiye ihtiyaç var. Bugünkü toplantıda bunu da konuştuk" yanıtını verdi. Irak'ın Ulusal Güvenlikten Sorumlu Devlet Bakanı Şirvan El Vaili de "PKK unsurlarını Irak'tan temizlemeyi amaçlıyoruz. Irak olarak bu konuya bütün ağırlığımızı koyuyor, çalışmalarımızı sürdürüyoruz. PKK Irak için de tehlike teşkil ediyor" diye konuştu.
ZİRVEDE MAHMUR AÇILIMI
Türkiye, bölücü terör örgütü PKK'nın sona erdirilmesi konusunda atılacak en önemli adımların başında Mahmur Kampı'nın kapatılmasını görüyor.
11 BİN KİŞİ YAŞIYOR
PKK'ya "lojistik" destek sağladığı belirlenen kampın kapatılması örgüte ciddi darbe vuracak. İçişleri Bakanı Atalay, üçlü zirvede Mahmur Kampı konusunda atılacak adımın önemine vurgu yaptı. 1988'de oluşturulan kampta 11 bin kişi yaşıyor. Türk tarafı, kamptaki Türk vatandaşı ile yabancı uyruklu mülteci sayısının belirlenmesini gündeme getirdi.
7 GERİ KABUL MERKEZİ
Türkiye'ye dönmek isteyenlerin ilk etapta yeni kurulan 7 adet Geri Kabul Merkezleri'ne yerleştirilmesi ve daha sonra onlara kalıcı yer sağlanması planlanıyor.
IRAK HEYETİ TATİLDE
PKK-Mahmur Kampı zirvesinde bunalan Irak heyeti akşam saatlerinde uçakla İzmir'e gitti. Efes ve Selçuk'taki tarihi yerleri gezen Irak heyeti mavi sularda tekne turu yaptı. İçişleri'nin ev sahipliği yaptığı heyete Efes harabeleri ile Meryem Ana Kilisesi gezdirildi. Geceyi İzmir'de geçirecek Irak heyeti bugün Aydın'a geçecek ve Kuşadası'nda tatil yapacak.
ATALAY BUGÜN AÇIKLAMA YAPACAK
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Hükümet'in Kürt açılımıyla ilgili çalışmaları hakkında bugün bir açıklama yapacak.
Atalay'ın bugün saat 12:30'da düzenleyeceği basın toplantısında Hükümet'in 'demokratik açılımlar'a ilişkin yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi vereceği belirtildi. Bir süredir İçişleri Bakanlığı'nda konuyla ilgili yoğun bir çalışma yürütülüyordu.
NTV'nin aldığı bilgiler, kamuoyuna yansıtıldığının aksine, çalışmaların Abdullah Öcalan'ın bir yol haritası açıklayacağı söylenen 15 Ağustos tarihine göre endekslenmediği yönündeydi.
Açılımların Meclis açılmadan tartışmaya başlanması, Milli Güvenlik Kurulu'nda değerlendirilmesi, ardından üzerinde mutabakata varılan başlıkların uygulamaya geçirilmesi öngörülüyor.
Çalışmada üzerinde durulan en önemli başlık Kuzey Irak'taki Mahmur Kampı'nın boşaltılması.
Hükümet Irak'taki PKK'lıların silah bırakıp, daha önce boşaltılacak Mahmur Kampı'na yerleştirilmelerini planlıyor.
İçişleri Bakanlığı'nın koordine ettiği çalışmaya Beşir Atalay'ın dışında ağırlıklı olarak, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş ve Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal katılıyor.
Adalet Bakanlığı Sincan Ağır Ceza Mahkemesi ile ilgili soruşturma başlattı.
Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 'kayıp trilyon' davasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında kovuşturma yapılmaması kararını iptal etmişti.
GÜL YARGILANSIN DEMİŞTİ
Cahit Nalbantoğlu'nun savcılık kararına yaptığı itirazı sonuçlandıran mahkemenin kararında Gül'e 'özel evrakta sahtecilik' ve 'Siyasi Partiler Kanunu'na aykırılık' suçlarından dolayı soruşturma açıldığı soruşturma sonunda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca "kovuşturma yapılmasına yer olmadığına" karar verildiği hatırlatılmıştı.
Mahkeme daha önce de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında 'Sayın Öcalan' sözüne verilen takipsizlik kararının kaldırılmasına karar vermişti. (CİHAN)
ADALET BAKANLIĞI: SÖZ KONUSU İNCELEME, SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ HAKKINDA VERİLEN KARARDAN ÖNCE BAŞLATILMIŞTIR
Adalet Bakanlığı'ndan, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında incelemeyle ilgili, ''Söz konusu inceleme, Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında verilen karardan önce başlatılmıştır'' denildi.
Açıklamada, bugün bazı televizyon kanalları ve internet haber sitelerinde Adalet Bakanlığı müfettişlerince, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Kaçmaz hakkında inceleme başlatıldığı yönünde haberlerin yer aldığı belirtildi.
Açıklamada şu ifadelere yer verildi: ''Söz konusu hakim hakkındaki bir kısım iddialara ilişkin olarak daha önce başlatılan bir inceleme kapsamında, Adalet müfettişlerince bugün mahkemede dosya incelemesi yapılmıştır. Söz konusu inceleme, Sayın Cumhurbaşkanımız hakkında verilen karardan önce başlatılmıştır. Yapılan incelemenin haberlerde iddia edildiği şekilde bu kararla ve güncel olaylarla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.''
ADALET BAKANLIĞI: MÜFETTİŞLER DOSYA İNCELEMESİ YAPTI
Adalet Bakanlığı, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki dosya incelemesinin yapıldığını bildirdi.
Adalet Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, bazı televizyon kanalları ve internet haber sitelerinde, Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz hakkında inceleme başlatıldığı yönünde haberlere yer verildiği belirtilerek, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde, daha önce söz konusu hakim hakkında başlatılan bir inceleme kapsamında müfettişlerin mahkemede dosya incelemesi yaptığı belirtildi.
Açıklamada, söz konusu incelemenin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında verilen karardan önce başlatıldığı ifade edilerek, incelemenin haberlerde iddia edildiği şekilde bu kararla hiçbir ilgisinin bulunmadığı kaydedildi.
DİYARBAKIR'da MHP'den milletvekili adayı olan eski İl Başkanı Abdullah Arzakçı, Kürt sorunun çözümü konusunda suçlu dahi olsa bölücübaşı Abdullah Öcalan'ın doğru söylediklerini değerlendirmek gerektiğini savundu. Arzakçı, "Sorununu çözümünde, bölge halkı ve çocukları dağa çıkanlar muhatap alınmalıdır. Onlarla görüşülmelidir. CHP ve MHP ülkenin birlik ve bütünlüğünden söz ederler, ancak bu ülkeyi kendileri bölmüştür. Ankara'nın dışına çıkamıyorlar" iddialarında bulundu.
ÇOCUKLARI DAĞA ÇIKAN KÜRTLERİN SORUNU VARDIR
Diyarbakır'da 6 yıl MHP İl Başkanlığı yapan ve genel seçimlerde milletvekili adayı olduktan sonra, parti yöneticilerinin bölgeye gelmemesini eleştiren Abdullah Arzakçı, partisinden istifa etti. Kürt sorunun çözümü konusunda ilginç değerlendirmelerde bulundu. Arzakçı, Türkiye'de sorunu olmayan Kürtler olduğunu anlatırken şöyle dedi:
BEN KÜRDÜM VE ZAZAYIM
"Ama çocukları dağa çıkan Kürtler'in sorunu vardır. Öncelikle dağa çıkan bu çocukların dağdan indirilmesi için, aileleri ile görüşülmelidir. Kürt sorunun muhatabı önce bölge halkı, sonra çocukları dağa çıkmış bu ailelerdir. Kalkıp, bu sorunu inkar etmek doğru değildir. Ben de Kürt'üm ve Zaza'yım. Bunu, bu her zaman söyledim. Aslımı inkar edecek halim yok."
ÖCALAN DA HAKLIL OLABİLİR
Arzakçı, Kürt sorunun çözümü konusunda suçlu dahi olsa, `Abdullah Öcalan'ın doğrularını' değerlendirmek gerektiğini anlatırken, şöyle devam etti:
"Sayın Cumhurbaşkanımız, sayın Başbakanımız herkes bu konuda konuşuyor. Herkesin doğrularını değerlendirmek gerekir. Suçlu dahi olsa Öcalan'ın doğru söylediklerini dikkate almak gerekir. Yoksa `doğruları o söylüyor' diye, peşinen reddetmek doğru olmaz. Ama Kürt sorunun çözümü konusunda muhatap olarak, direkt Öcalan'la da, başlarsanız sorunu çözemezsiniz. Muhatap bölge halkıdır, muhatap çocukları dağa çıkan ailelerdir. Bunları dikkate alınması lazım."
DENİZ BEY, DEVLET BEY NE ZAMAN HAKKARİ'YE GELDİ
Abdullah Arzakçı, istifa ettiği MHP'deki yöneticilerin Ankara dışına çıkmaması ve bölgeye gelmemeleri nedeniyle partiden istifa ettiğini anlatırken, "MHP ve CHP ülkenin birlik ve bütünlüğünden bölünmezliğinden söz ediyorlar. Ama aslında kendileri Ankara'nın dışına çıkmayarak, bu ülkeyi bölüyorlar. Bu doğru bir yaklaşım değil, böyle siyaset yapılmaz. Devlet bey ve Deniz bey ne zaman Hakkari'ye gelmişler? Bunu merak ediyorum" dedi
Türkiye'nin yakın tarih belleği Soner Yalçın, Hürriyet'teki köşesinde Osmanlı'nın Öcalan'ı 'Yane Sandanski'yi yazdı.
OSMANLI MAKEDONU SANDANSKİ
Abdullah Öcalan'ın Kürt sorununun barışçıl çözümüne ilişkin ağustos ayında açıklayacağı “yol haritası” yazılıp konuşulmaya başlandı. Bundan tam 100 yıl önce Osmanlı Makedonu Yane Sandanski'nin de Şark Sorunu'nu çözecek bir reçetesi vardı! Sandanski, Osmanlı sosyalistiydi; dağa çıkmıştı. Ancak bağımsızlıktan yana değildi, çözümü dış güçlerde değil Osmanlı yönetimiyle ittifakta aradı. Bir dönem dağlarda çatıştığı İttihatçılarla masaya oturdu. Ve sonra...
OSMANLI'NIN KAHRAMANIYDI
YANE Sandanski bugün hem Bulgaristan'ın hem de Makedonya'nın milli kahramanıdır. Sandanski'nin adı şehirlere, stadyumlara, okullara verilmiştir. Her iki ülkede de heykelleri vardır. Bir dönem Osmanlı'nın da kahramanıydı.
1908 Temmuz Devrimi (II. Meşrutiyet) gerçekleştiğinde sokaklara çıkan Osmanlıların ellerinde hürriyet kahramanları Enver'in, Eyüp'ün, Resneli Niyazi'nin kartpostalları gibi, bir dönem Osmanlı askeriyle çarpışan Yane Sandanski'nin de fotoğrafları vardı!
Peki Osmanlı sosyalisti olan Yane Sandanski kimdi?..
GERİLLA SANDANSKİ
Tarih 31 Mayıs 1872.
Bugünkü Bulgaristan ile Makedonya arasındaki dağlık Pirin sınır bölgesindeki Vlahi Köyü'nde dünyaya geldi.
Makedonların 17 Ekim 1878'de, Osmanlı'ya karşı ayaklandıkları Kresna Olayları'nın önderlerinden biri de babası İvan'dı.
Osmanlı ayaklanmayı bastırdı; Sandanski annesiyle birlikte yeni özerk olmuş Bulgar Prensliği'ndeki Dupniça'ya kaçtı.
Yoksulluk nedeniyle pek okuyamadı. Amelelik yaptı. Amcasının bürosundaki bir avukatın yardımcılığı görevini yürüttü.
Babası gibi siyasal olaylarla ilgiliydi. Yirmi beş yaşında “Mladost” (Gençlik) derneğine üye oldu. Dernek daha çok Bulgar sorunuyla ilgilendiği için ayrıldı.
Gizli Makedonya Devrimci Örgütü'ne (IMARO) katıldı.
OSMANLI ŞAŞKINDI
Sandanski'nin hedefi Makedonya'nın kurtuluşuydu. Sürekli toplantılar düzenledi; köylüleri örgütledi; Makedonlara silah yardımı için para topladı. 1901'de Amerikan vatandaşı Mrs. Ellen M. Stone'u kaçırıp 14 bin lira fidye aldı. Bu parayla silahlı bir müfreze kurup dağa çıktı.
O artık Bulgaristan'daki Makedon göçmenlerin lideriydi.
Gerilla savaşı yaptı. “Kurtarılmış bölgeler” oluşturmaya başladı.
Makedonya; Bulgar, Yunan, Sırp ve Arnavutların hak iddia ettiği bir bölgeydi.
Osmanlı'ya başkaldıran Sandanski buralardan hep destek aldı.
En büyük desteği de Osmanlı askerleri sıkıştırdığında kaçıp saklandığı özerk Bulgar Prensliği'nden aldı. Kuşkusuz onların arkasında da Rus çarlığı vardı!
Diğer Batılı devletler de seyirci değildi. “Hasta Adam” Osmanlı İmparatorluğu paylaşım masasına yatırılmıştı.
Osmanlı ise şaşkındı. Nereye nasıl yetişeceğini bilemez haldeydi.
“İnsan haklarını ihlal ediyorsunuz” diyen Avrupalıların hışmına uğruyordu.
Diğer yanda...
Daha gerilla savaşını bile bilmiyordu.
Örneğin 1902'de Razlık bölgesi Şarapçı Boğazı'nda Sandanski tarafından pusuya düşürülen Osmanlı neferleri 10 şehit 20 yaralı verdi.
Evet Osmanlı şaşkındı...
SOLCULAR VE SAĞCILAR
Tarih 2 Ağustos 1903.
Makedon Devrimci Örgütü dünya kamuoyunun ilgisini bölgeye çekmek için (kuşkusuz bunda Osmanlı yönetiminin yeni koyduğu ehl-i hayvan ve şahsi verginin de rolü vardı) büyük bir ayaklanma başlattı.
Makedonların bugün hâlâ bayram olarak kutladıkları “İlinden Ayaklanması” Osmanlı'nın çok sert önlemleriyle bastırıldı.
İsyan bastırıldı ama Avrupa'nın bölgeye ilgisi daha da arttı. Ayaklanma Avrupalılara bir fırsat verdi. Osmanlı ile “Mürzsteg Reform Programı” üzerinde anlaştılar. Artık Balkanlar'ın bazı bölgelerinde Avrupalı jandarma güçleri görev yapacaktı!
SANDANSKİ'NİN ÇÖZÜMÜ: BALKAN FEDERASYONU
Avrupa'nın Balkanlara müdahalesi Makedon Devrimci Örgütü'nü böldü.
Yane Sandanski'nin başını çektiği sosyalistler (levitsi), Avrupa'nın Balkanlar'a müdahalesine karşı çıktılar. Makedonya'nın ve tüm Balkanlar'ın emperyalist büyük güçler tarafından paylaşılmak istendiğini söyleyerek; en iyi çözümün Osmanlı bayrağı altında eşit hak ve yükümlülükler ile, anayasal bir sistemde yaşamak olduğunu savundular.
Sandanski'ye göre çözüm; Osmanlı'nın liderliğinde tüm halklarının kardeşlik temelinde bir arada bulunacağı Balkan Federasyonu'ydu.
Örgütün sağ kanadı (desnitsi) ise Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını, Makedonların Bulgarlar ile birleşmesini istiyordu.
Kuşkusuz her iki grup arasında ideolojik ayrılıklar vardı; Sandanski, papazların eteklerinin öpülerek kazanılan zaferin özgürlük getirmeyeceğini söylüyordu. Laik eğitimden yanaydı. Resmi dilin Türkçe olmasını ama bölgesel dillerin de öğretilmesini savunuyordu.
İTTİHAT VE TERAKKİ İLE İTTİFAK YAPTI
Uzatmayayım...
Örgüt içindeki bu iki farklı görüş zamanla silahlı çatışmalara neden oldu. Nisan 1905'te Sandanski'ye suikast düzenlendi, ağır yaralı olarak kurtuldu. Görüşlerinden geri adım atmadı.
Üstelik Makedonları bile şaşırtarak, Osmanlı'nın modernist hareketi İttihat ve Terakki ile ittifak yaptı.
Ve bu nedenle 1908 Temmuz Devrimi'ne coşkuyla katıldı.
Dağdan indi; Selanik'te halka seslendi. Artık kardeşlik, eşitlik ve özgürlük dönemi başlamıştı. O da birçok Osmanlı gibi, Kanuni Esasi'nin yürürlüğe girmesiyle tüm sorunların ortadan kalkacağına inanıyordu.
SAVAŞTIĞI KOMUTANLA AYNI MASADA
Yane Sandanski Temmuz Devrimi'nden sonra bir bildiri yayınladı. “Köle halk efendi oldu” diyen Sandanski, toprak ve vergi reformlarıyla ıslah edilmiş güçlü Osmanlı'nın en büyük destekçisinin bölgesel özerkliğe kavuşacak Makedonya olacağını söyledi.
Temmuz Devrimi'nin sömürgeci büyük Batılı devletlerin yayılmacı oyunlarını bozacağına inanıyordu.
Sandanski, İttihatçılara sunulmak üzere “Nevrokop Programı”nı hazırladı.
İttihatçılar Selanik'teki görüşmeye, daha birkaç yıl önce Sandanski'yle silahlı çatışmalara giren Yarbay Tahsin (Uzer) Bey'i gönderdi.
Toplantılar sırasında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.
Sandanski her ne kadar “Makedonya Makedonlarındır” açıklaması yapsa da Makedonlar, bağımsız Bulgaristan'ın boyunduruğuna girmeye çok hevesliydi.
Sandanski, Sultan II. Abdülhamid ile Kral Ferdinand'ın farkı olmadığını söylüyordu ama artık onu dinleyen Makedon sayısı her geçen gün azalıyordu.
SANDANSKİ İSTANBUL'DA
Birlikten, eşitlikten, özgürlükten bahseden İttihatçılar daha tam iktidar olamadan, İstanbul'da 31 Mart 1909 gerici ayaklanması patlak verdi. Sandanski 1200 kişilik silahlı gücüyle Harekât Ordusu'ndaki Miralay Hasan İzzet Bey'in komutasına girdi; İstanbul'a geldi.
Sandanski İstanbul'daki ayaklanmayı bastırmaya yardım etti ama örgütü içindeki isyana engel olamadı. Bulgaristan'ın bağımsızlığı Makedon Devrimci Örgütü'nü parçaladı. Sandanski, Federal Halk Partisi'ni kurdu.
SUİKAST DÜZENLEDİLER
Bulgarlar kendilerine katılmayan Sandanski'ye suikast düzenlediler. Öldüremediler.
Fakat Bulgarlar Makedonların tamamen kendilerine katılmalarına engel olan Sandanski'yi yok etmeye kararlıydılar.
Ve Sandanski 22 Nisan 1915'te pusuya düşürülerek öldürüldü. Tabancalarını ateşleyenler Makedon Devrimci Örgütü'nün sağ kanat liderlerinden Todor Aleksandrof'un tetikçileriydi. Bizzat emri veren ise Bulgar Kralı Ferdinand'dı.
SONU OSMANLI'DAN FARKLI OLMADI
Halkların kardeşliğini savunan, Avrupalı emperyalistlerin Balkanlar'a girmesine karşı çıkan Yane Sandanski'nin sonu Osmanlı'dan farklı olmadı.
Her ikisi de kaybetti...
Apo'nun İmralı'dan yaptığı "Erdoğan ve Gül benden ricada bulundular" açıklamasının hemen yalanlanması Vatan yazarı Hikmet Bila'nın dikkatinden kaçmadı. Bugün köşesini bu konuya ayıran Bila'ya göre İnisiyatif terör örgütü ve liderinin elinde bu arka arkaya gelen yalanlamalar da bunu kanıtı..
“Açılım”la ilgili en son ve en önemli haber neydi, biliyor musunuz? PKK'nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan'ın, Çankaya ve Başbakanlığı kastederek, “Dolaylı da olsa çağrıları, ricaları oldu” sözlerinin yalanlanmasıydı.
ARKA ARKAYA GELEN YALANLAMALAR
“Ne var bunda, teröristbaşı bir laf ortaya atmış, en üst yetkililer de bunu anında yalanlamışlar” gibi bir itiraz konunun önemini azaltmıyor. Öcalan'ın, avukatları aracılığıyla ortaya attığı bu lafın Çankaya ve Başbakanlık tarafından acilen ve peş peşe yalanlanması her şeyden önce yeni bir durumu yansıtıyor:
İNSİYATİF ÖCALAN'IN ELİNDE
İnisiyatifin terör örgütü ve liderinde olduğunu, Çankaya ve Başbakanlığın bile, gündem yaratan terör örgütünün peşinden koşmak zorunda bırakıldığını...
Terör örgütünün aynı zamanda bir yalancı olması bu gerçeği değiştirmiyor. Çankaya ve Başbakanlığın böyle bir iddiayı ciddiye alması da, basın merkezlerince yapılan açıklamalarda kullanılan telaşlı dil de bu yargıyı güçlendiriyor.
PKK ASKERİ OLARAK YENİLDİ
Öcalan'ın 15 Ağustos'ta açıklayacağı söylenen önerilerin yarattığ telaşı da herhalde buna eklemek gerekiyor. (15 Ağustos'un PKK saldırılarının başlangıcı olduğuna, şimdi terör örgütünün bu tarihe bir “19 Mayıs 1919” havası vermek istediğine, geçen hafta bu köşede iki defa dikkati çekmiştim). Peki ne oldu da inisiyatif terör örgütüne ve onların siyasal yandaşlarına geçmiş görünüyor.
Bir: PKK'nın Türkiye'ye karşı silahlı saldırıya başladığı 1984'ten bu yana 25 yıl geçti. Bu sürede binlerce kişi öldü, on binlercesi yaralandı. Yüzlerce kez saldırdı ama PKK (ve arkasındaki güçler) silahlı yolla hiçbir askerî başarı kazanamadılar. Ne bir zamanlar amaçladıkları gibi “kurtarılmış bölge” sahibi olabildiler ne de Türk Silahlı Kuvvetleri'ni geriletebildiler. Aksine çok kayıp verdiler, sıkıştılar, gerilediler, ancak vur-kaç, uzaktan ateş ya da mayın döşeme gibi saldırılara başvurabilir hale geldiler. Kısacası askerî olarak yenildiler.
NEDİR BU PAZARLIK HAVASI
İki: Yenilmiş bir askerî güce koşullar ancak dikte edilir. Tarihte bu hep böyle olmuştur. O halde, neden bu eziklik, bu aşağıdan alma, neden bu pazarlık havası?
Üç: Yenilmiş bir askerî gücün siyasal uzantılarına koşullar dikte edilir. Tarihte bu hep böyle olmuştur. O halde, neden yenilmiş bir askerî gücün ve Türkiye çapında yüzde 5'lerde oy sahibi olan siyasal uzantılarının daha fazla söz sahibi olması ve devletin onların peşinden sürüklenmesi?
YENİK TERÖR ÖRGÜTÜ BU CESARETİ NEREDEN ALIYOR
Dört: Yenik terör örgütü (ve arkasındakiler) ile siyasal uzantıları, pişman olmuş, af dilemiş, silahlarını ve silahlı mücadeleyi terk mi etmişlerdir ki, “Şimdi sıra yaraları sarmakta” noktasına gelinmiştir? Onlar, Türkiye devleti ve Türk Silahlı Kuvvetleri bu savaşta yenilmiş, kendileri kazanmış gibi, koşullar dayatma cesaretini nereden almaktadırlar?
Beş: “Açılım” adıyla ortaya sürülen projenin kamuoyu desteğine sahip olduğu nereden bellidir? Hangi araştırma, hangi yoklama, hangi referandum bu izlenimi vermiştir? Parlamento içi ve dışı muhalefetin bu “açılım”a desteği var mıdır? Yoksa, “Kamuoyunun ne önemi var? Muhalefet mi o da ne?” anlayışı mı söz konusudur? Kamuoyu desteği olmayan böyle tarihsel projelerin sonunun hüsran ve acı olduğunu hatırlamak çok mu zordur?
GİRİT'İ DE BÖYLE KAYBETTİK
Aslında daha çok soru var ama şimdilik bu beşi yeter. Hayır, hayır bir altıncısını ekleyelim isterseniz:
Altı: Yenenler yenilenlere koşullarını her zaman kabul ettirir demiştim az önce. Düzeltiyorum. İstisnaları var elbette. Yine Türklere dair... “Girit sorunu” yüzünden çıkan savaşta Türk orduları Yunan ordularını fena yenmişti. 1897'de... Ama masa başında Türkler kaybetti, Girit elden gitti... Buna ne dersiniz?

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 'Kürt açılımı' konusunda bilgi vermek üzere bir basın toplantısı düzenledi. ''Çalışmalar henüz sonuçlanmadı'' diyen Bakan, içerik hakkında bilgi vermedi. İçerik hakkında bilgiyi "Başbakan Erdoğan verecek" dedi.
Sayın Başbakanımızın talimatları doğrultusunda başlattığımız çalışma devam etmektedir. Konunun Türkiye'nin geleceği açısından ne kadar hayati olduğunu biliyoruz. Ülkemize her açıdan zarar vermektedir.
Bu sorunun artık çözülmesi gerekiyor. Biz bunun için kararlı, azimli ve cesur adımlar attık, atmaya da devam edeceğiz.
Bugün başlatmış olduğumuz çalışmaların üslup ve yöntemi konusunda bilgilendirmek istiyorum.
İÇERİK HAKKINDA BİLGİ VERMEYECEĞİM
Çok hassasiyetleri olan bir konunun çalışmalarını yürütüyoruz. Bugün size işin özüyle ilgili bir şey söyleyecek değilim.
Ama süreç ve zamanlamayla ilgili bilgiler vereceğim. Çünkü gördük ki çok değişik söylentiler oluyor.
Belirtmek isterim ki, başlatılan çalışmalar henüz bir sonuca ulaşmamış ve bakanlığımızca yürütülen bu çalışmanın içeriğine ilişkin hiçbir açıklama yapılmamıştır.
SÜREÇ HASSAS
Zaten öze ilişkin açıklamalar yapmak için daha çok erken. Bazen görüyoruz basınımızda bir söylenti şeklinde geliyor, bunun bizimle ilgisi yok. Ancak bu haber üzerine siyasetçiler çıkıyorlar, yorumlar yapıyorlar.
Hepimizin yakından takip ettiği gibi biz bu konuda çok titiz, çok hassas konuşuyoruz. Böyle olunması gereken bir çalışma bu. Onun için benim dileğim herkes tabi yorumlar yapabilir, beklentileri değerlendirebilir ama buradan açıklama yapılmadıkça, söylentiye dair haberler yapılmaması.
GEÇMİŞE SAPLANIP KALMAYALIM
Terör sorununun sonlandırılmasına ve toplumsal mutabakatın başlatılması için Cumhurbaşkanımız'dan Başbakanımıza, yazarlarımızdan vatandaşlara kadar bütün çevrelerce olumlu söylemler gerçekleştirilmektedir.
ÇÖZÜMÜN YÖNÜ DEMOKRATİKLEŞME
Bizim hükümet olarak siyasi meseleleri çözüm yolumuz bilinmektedir. Biz hükümet programında, demokratikleşme, insan hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırararak, politikaların hayata geçirilmesi açısında önemli taahhütleri ortaya koyduk ve uygulamaya koyduk.
Yürüttüğümüz süreç aslında bizim hükümet olarak, başından beri kendi programlarımızın icraatımızın bir devamı. Partimizin programında bakarsanız görürsünüz. Açıklamalarımızda icraatımızda bunu görürsünüz.
Bugün farklı bir ivme kazanılmıştır ve bunu biz iyi değerlendirmek istiyoruz. Belki daha olumlu bir safha olarak buna bakılabilir.
Bilindiği gibi sürekli programlarımızda, demokratikleşme ve insan hak ve özgürlüklerin engelleri kaldırarak, insanı esas olan hedeflerimiz konusunda önemli taahhütlerde bulunduk.
Vatandaşlarımızın demokratik haklarının genişletilmesiyle, her vatandaşımızın kendisini devletin eşit vatandaşı olarak sağlanarak çözüleceğine inanıyoruz. Çözüm sürecinin yönü demokratikleşmedir.
BU SÜRECE KATILIN
Demokratikleşme adımlarını toplumun tüm kesimleriyle birlikte atmak istiyoruz. Bu konu tüm toplumun meselesidir. Herkesin bu süreçte yapıcı olması, çözüme katkı sağlayıcı bir tutum içinde olması gerekir ve biz bunu bekliyoruz.
Bunu bir devlet politikası olarak yürütme çalışması ve kararlılığı içindeyiz.Gelin bu sürece katılın. Milletimize çok ağır bedeller ödeten, geleceğimize hipotek koyan bu sorunu çözelim diyoruz.
Şimdi insanımızın hak ettiğine inandığımız, başlattığımız çalışmaların çerçevesini ve yöntemini açmak istiyorum. Bu süreci yürütürken nelere öncelik veriyoruz, hangi üslup ve yönteme ağırlık veriyoruz?
ERDOĞAN'IN DİYARBAKIR KONUŞMASI
Sayın Başbakanımızın 2005 yılında Diyarbakır konuşmasında başlattığı açılımda kararlı adımlar atmak niyetindeyiz.
İlgili kamu kurum ve kuruluşlarından katkı sağlamaları istenmiştir.
İlgili bakanlıklarımızı ve bütün kamu kurumlarının görüşleri istenmiştir. Kendileriyle toplantılar yaptık, katkılar istedik. Bunlar geliyor. Biz bunların hepsini değerlendiriyoruz. Ayrıca tabi bu konuda yazılan kitap değerlendirme yapılan konuşmalar her tür değerlendirmeyi de göz önüne alıyoruz.
MUHALEFETLE GÖRÜŞÜLECEK
Bu çalışmayı yürüten mümkün olan en yüksek katılımı hedefledik. Bütün siyasi partilerin katkı ve destekleri istenecektir. Kendileriyle görüşülecektir.
Muhalefetin konuyla ilgili olumlu açıklamalarını mutabakat açısından çok önemsiyoruz. Zaten kendileriyle de görüşeceğiz, paylaşacağız.
Başta sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, yazarlarımızdan görüşlerini alma yönünde çalışmalarımız olacak.
Bu çalışmayı, herkesi kucaklayacak bir zihniyet içinde yürütüyoruz.
KENDİ MODELİMİZİ UYGULAYACAĞIZ
Hiçbir ülkenin benimsediği yöntemi ülkemizde uygulama niyetimiz yok zaten mümkün de değil. Biz kendimize özgü, ülkemize uygun, kendi modelimizi uygulamaya çalışıyoruz. Türkiye'ye ve kendimize güveniyoruz. Lütfen güvenelim.
Bu çalışmaların sonucunda çözüm konusunda dünyaya model olacak bir Türkiye modeli de biz oluştururuz.
Hepimizin büyük bir özveri dikkat ve kararlılık içerisinde hareket etmelidir. Beklentilerle ilgili gereksiz ve erken ifadelerden kaçınmak durumundayız. Bu süreci sabote edecek davranışlardan uzak duracağına inanıyoruz.
ÇALIŞMALAR HERHANGİ BİR TARİHE ENDEKSLİ DEĞİL
Yaşadığımız süreç böyle bir süreçtir. Bizim çalışmalarımız herhangi bir tarihe bağlı değildir. çalışmalar ve süreç kendi şartları içinde devam etmektedir.
Aceleye getirmeden ancak kararlı bir şekilde süreci yönetmek istiyoruz. Ayrıca bizim çözüm sürecine ilişkin çalışmalarımız yeni başlamış değil. İktidara geldiğimiz andan itibaren demokratikleşme adımlarımız, ülkemizin problemlerini çözmek olmuştur.
MEDYANIN DESTEĞİNİ İSTİYORUZ
Önümüzdeki dönemde de medya temsilcileri ve yazarlarla görüşeceğiz.
Herkesin yazdığı, değerlendirdiği hususları biz takip ediyoruz. Bugüne kadar bu konuda yazılmış kitaplar makaleler araştırmalar hepsi arşivimizde, değerlendiriyoruz.
Basında katkı veren olumlu atmosfere bakarak, ülkemizde çok zengin çoğulcu bir basın yapısı var. Üretken zengin basınımız ve entelektüel birikimimiz var.
Bu süreçte medyamızın her türlü yapıcı desteğini bekliyoruz. Lütfen diyorum, bu konuda ülkemizin insanımızın geleceğine hizmet için hepiniz katkı verin. Yani bu süreci hepimiz böyle görelim.
ERKEN AÇIKLAMA YAPILMAYACAK
Titiz yürütülmesi gereken bir süreçtir. Sizin açıklama beklentileriniz oluyor. Zaman zaman bu açıklamalar yapılacak. Ama erken açıklama yapmayacağız. Seçilecek her kavram önemlidir. Gereksiz siyasi malzeme olarak kullanılmasını arzu etmiyoruz.
DEMOKRATİK AÇILIM
Bu çalışmaların genel ismi demokratik açılım.. İçerik konusunda açıklama yapmayacağız.
15 AĞUSTOS BİZİM TARİHİMİZ DEĞİL
Biz samimi, ülkemizin geleceği için olanca dikkati göstereceğiz ve herkesten bu dikkati bekliyoruz. 15 Ağustos bizim tarihimiz değil ama biz de çalışmayı uzun bir süreye yaymamak niyetindeyiz. Biz kendi çalışmamızı yürütüyoruz. İmralı ve Ankara'nın mesajlaşması söz konusu değil..

ATATÜRK'ÜN MİRASINA EN BÜYÜK DARBE
The Guardian gazetesinin köşe yazarı Simon Tisdall, Türkiye'de “Kürt açılımı” hazırlıkları ve tartışmalarını, “Türkiye Barışa Mı Hazırlanıyor?” başlıklı yorumunda değerlendirirken hükümetin “Kürt girişimi”nin uzun bir süreden beri devam eden sorunu çözmek için yeterli olup olmayacağı konusunda çok yoğun spekülasyonların bulunduğuna işaret ederek “Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün aşınan ultra milliyetçi mirasına şimdiye kadar en büyük darbe vurmak üzere olabilir” iddiasında bulundu.
ÖFKELİ SPEKÜLASYONLAR TETİKLENİYOR
Tisdall “Başbakan'dan beklenen adımların, olduğu iddia edilen İslamcı gündeminin ilerletilmesi değil, Atatürk'ün, bastırmak için çoğundan çok çaba gösterdiği, Türkiye'nin 12 milyonluk güçlü etnik Kürt azınlığının hakları ile ilgilidir” görüşünü dile getirirken Erdoğan'ın hükümetin sorunu çözmek için bir “Kürt girişimi” üzerinde çalıştığını doğrulamasının “öfkeli spekülasyonlar”ı tetiklediğini kaydetti.
Söz konusu girişiminin Abdullah Öcalan'ın “yol haritası”nı lanze etmesinden önce beklendiğini kaydeden Tisdall, Türk basınında yer alan haberlerde planın bir genel af ile geliştirilmiş siyasi, ekonomik, dil ve eğitim haklarını içereceği belirtildiğine dikkat çekti.
ERDOĞAN'IN NE KADAR İLERİYE GİTMEYE HAZIR OLDUĞU BELLİ DEĞİL
The Guardian yazarı, Erdoğan'ın, “Kürt sorunu” konusunda bu defa kararlı gözükmesine karşın ne kadar ileriye gitmeye hazır olduğunun henüz belli olmadığını da kaydettiği yorumunda şöyle devam etti:
“Erdoğan'ın tereddütlerinin nedeni ise, kuşkusuz ki kısmen, kendisini ve lider olduğu İslam'a dayalı Adalet ve Kalkınma Partisi'ni gizlice dini bir gündemi izlemekle suçlayan aynı muhafazakar, laik sivil ve askeri muhaliflerinden kaynaklanan sert direniştir.”
TEK DİL, TEK BAYRAK BALTALANACAK
Bu çerçevede MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin sert açıklamalarına da dikkat çekildiği yorumda şu görüşleri dile getirdi:“Darbe şebekesi 'Ergenekon' ile bağlantıları olduğu öne sürülen iki generalin yargılanması ve geçen yılda üniversitede türban yasağının kaldırılması konusunda parlak veren gürültü gösterdiği gibi, devam eden iç gerilimler, Erdoğan'ın Kürt girişimini rayından çıkarma potansiyeli var. Keza eğer bir barış süreci kökleşirse, bunun bazı çevrelerde Atatürk'ün tek dil ve tek bayrak altındaki tek halk idealini baltaladığı gibi görülecek.”
Buna karşın Tisdall “Ancak zaman değişiyor ve katı devletçi Türklerin de değişmesi gerekecek” ifadesini kullandığı yazısında “Türkiye'yi yaratan Lozan Antlaşması'nın 86 yıl sonra Atatürk'ün şekil verdiği dar gömleğin gevşemesine yönelik karşı konulması zor baskılar büyüyor” görüşünü de dile getirdi.

Gazeteci-yazar Nezihe Araz'ın cenaze töreninde görev yapan türbanlı TRT Türk muhabiri dikkati çekti. Kanal 7 televizyonundan 3 ay önce TRT Türk'e transfer olduğu öğrenilen Seda Ateş adlı muhabir, cenaze namazında da saf tuttu.
BİZ DE TÜRBANLI YOK
TRT yetkilileri ise kurumlarında türbanlı bir çalışan bulunmadığını, yasal olarak türbanlı birinin kurumlarında çalışamayacağını ifade etti.


Adı Nurettin Peker. Balkan Savaşı'nda, Çanakkale Savaşı'nda, Irak Cephesi'nde bulundu. Kurtuluş Savaşı'nın gönüllü subaylarından oldu.
İki kez ağır yaralandı, ölümden döndü. Irak Cephesi'nde esir düştü.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin temeline ilk harç koyanlardan biriydi. Nurettin Peker'in anılarını yazdığı "Tüfek Omuza" adlı kitap Doğan Kitap'tan çıktı.
Kitabın 311'inci sayfasına bir göz atalım: "Kastamonu Valisi Ahmet Avni Doğan'dan aldığım gizli emir üzerine, kendisini daha önce askerden tanıdığımdan, Kastamonu'ya sürgüne gönderilen Şeyh Said-i Kürdi (Nursi) ile eski dost olarak görüşmeye başladım. Çünkü müftüler tarafından verdirilen vaazlar kimi zaman yeterli olmuyordu. Bu vaizler hala cemaate göre konuşuyordu ve Şeyh Said-i Kürdi'nin Nurcuları hala faaliyetteydi. Ruslar! Ruslar! Ah! Ruslar!
O MOSKOVA'DA GÖREVLENDİRİLDİ
Bu kişi babamın da arkadaşıydı ve 1. Dünya Savaşı'nda cephede benimle de beraber savaşmıştı. O Ruslara, ben İngilizlere esir düştük. 'O Moskova'dayken görevlendirildi' derim ben! O ise 'Kaçtım Rus hainlerden' der. Tarih ve devletimiz ne der?
TEŞKİLAT-I MAHSUSA'DANDI
Ben, 1916-1918 yılları arasında Kürtlerin yaşadığı Kuzey Irak, Batı İran ve bizim Osmanlı devletinin güneydoğusunda İngilizlerle, Ruslarla, Ermenilerle bunların aldatıp isyan ettirdikleri Kürt aşiretleri ve Şii asi Arap aşiretleriyle savaştım. 30 ekim 1918'de Dicle grubuyla Musul petrolünü teslim etmemiştik. Ben esir olmuştum. Peki Said-i Nursi neden bizim geçit bölgeden olarak gidip faaliyet yapmadı? Yapabilirdi çünkü gizli örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa'dandı.
SEN GİZLİ GÖREVİNİ YAP OĞLUM
Kendisiyle beş yıl boyunca görüştüm ama bana açılmazdı. 'Sen gizli görevini yap oğlum' derdi. Daha çok savaş anılarımızı konuşarak görüşürdük. Balkan Savaşı, Hamidiye Alayları, Edirne Olayı gibi özel görüşmeler yapardı.
BU KONUDA RAPORLARIM VAR
Kendisine Kastamonu sevenleri tarafından her öğün tepsiyle yemek getirilirdi. Çamaşırlarını yıkayan hizmetçisi de eski bir Kürt subayıydı.
Bu konu hakkında yazı ve raporlarım vardır. Allah rahmet eyleye..."
Nurettin Peker'in anılarında Said-i Nursi'ye ayırdığı bölüm bu kadar. Görünen o ki devletin istihbarat birimlerinde Said-i Nursi'nin "Rus Ajanı" olduğuna dair raporlar vardı. (Odatv.com)

Adana, Mersin ve Hatay'da, yasadışı 'Marksist Leninist Komünist Parti'nin (MLKP) legal faaliyetlerini yürüttükleri iddiasıyla sekizi tutuklu 22 şüpheli hakkında açılan davada 53 demokratik eylem, etkinlik ve basın açıklaması 'örgütsel suç' sayıldı. Radikal Gazetesi'nden İsmail Saymaz'ın haberine göre Adana İnsan Hakları Derneği Şube Başkanı Ethem Açıkalın'ın da aralarında bulunduğu şüphelilerin bazı 'suçları' şöyle:
DARBELERE KARŞI DEMOKRASİ MİTİNGİNE KATILMAK SUÇ!
Başbakan Tayyip Erdoğan'ı ve krizi protesto etmek, işçi kurultayına ve 1 Mayıs'a katılmak, Kahramanmaraş katliamını ve Hrant Dink cinayetini anmak, 'Darbelere Karşı Demokrasi Mitingi'ne katılmak...
'Ele geçirilen' delillerse, isnat edilen 'suçlar' kadar şaşırtıcı: “Che Guvera isimli teröristin hayatını anlatan film, Kazım Koyuncu belgeseli, Lenin işlemeli duvar halısı, 'kuş gribi' bildirisi, altı düdük, beş salsa aleti, dört zilli tef...”
Adana Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, yasadışı MLKP hakkında yürütecekleri çalışma için geçen yıl Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdu. Bu kapsamda, örgütün legal faaliyet için kurduğu ileri sürülen Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP), Emekçi Kadınlar Derneği (EKD), Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) ve Atılım gazetesinin bürosu incelemeye alındı.
BU İDDİANAMEYLE 8 KİŞİ TUTUKLANDI, 22 KİŞİYE DAVA AÇILDI
Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 28 Kasım 2008'deki kararıyla telefon takibi ve fiziki takip başlatıldı. Soruşturma kapsamına, bağlantılı olduğu iddiasıyla Mersin ve Hatay da alındı. Polis 10 Mart 2009'de eşzamanlı operasyon yaptı. Gözaltına alınanların sekizi tutuklandı. Toplam 22 şüpheliye 11 Haziran'da MKLP üyesi olmaktan dava açıldı.
İddianamede, söz konusu derneklerin yaptığı veye katıldığı; Mersin'de 25, Adana'da 19 ve Hatay'daki dokuz eylem, etkinlik ve açıklamalar 'örgütsel suç' sayıldı. Fakat yine iddianameye göre bu eylemlerin tamamı izinli ve demokratikti. Ne bir polis müdahale etti, ne de yasal işlem yapıldı. Başsavcılığın 'suç' saydığı eylemler şöyle:
İŞTE O 'SUÇ'LAR
* Adana'da birçok parti ve derneğin oluşturduğu Kadın Emeği Kolektifi'nin İnönü Parkı'ndaki basın açıklamasına katılmak. Bu eylemde, İstanbul'da kendisine polis süsü veren üç kişinin bir kadını bardan saçlarından sürükleyerek kaçırılması protesto edilmişti. İddianamede, protesto için, 'Emniyet teşkilatı tahkir ve tezyif ediliyor' denildi.
* DİSK ve KESK'in Ankara'da, krizi protesto yürüyüşüne katılmak.
* İmza standı açıp, 'Emekçiler Sokağa, Eyleme' başlıklı bildiriyi dağıtmak.
* 'İşçi Sağlığı, İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kurultayı'na katılmak. İddianamede, etkinlik için, “Sözde işçi kurultayı” deniyor.
* Yılmaz Güney'in fotoğrafı bulunan takvimleri satmak.
* Kahramanmaraş katliamının yıldönümünde Uğur Mumcu Meydanı'ndaki anma mitingine katılıp, “Maraş'ın hesabı sorulacak” sloganı atmak.
* Gazze saldırısını protesto etmek.
* 'Emekçiler, Sokağa, Eyleme' başlıklı bildirileri yoldan geçen vatandaşlara dağıttıkları, ekonomik kriz nedeniyle mağduriyet yaşanan şahısların çalıştıkları işyerlerini ziyaret ederek veya mahallelerde toplantı düzenleyerek mağdur olan şahısları veya ailelerini provoke ederek, işyeri işgalleri veya benzeri kanunsuz eyleme teşvik etme...”
* Adana Kadın Platformu'nun İsrail, ABD ve hükümeti protesto açıklamasına katılıp, “Filistinli kadınlar yalnız değildir” yazılı pankartın ucundan tutmak.
* Gazeteci Hrant Dink'in ölümünün ikinci yılında yapılan yürüyüş ve basın açıklamasına katılmak.
* Hatay Künefeciler Meydanı'nda, 'Susurluk'tan Ergenekon'a, Ergenekon Dağıtılsın' adlı açıklamayı yapmak. Cezaevlerine yönelik 19 Aralık Operasyonu'nu, Gazze saldırısını protesto etmek.
* Antakya Demokrasi Platformu'nun, Hrant Dink'in ikinci ölüm yıldönümündeki yürüyüşüne katılıp, “Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganı atmak.
* Mersin'de, liseli öğrenciler için futbol turnuvası düzenlemek. İddianamede bu etkinlik için “Halı sahada sözde futbol maçı adı altında sosyal faaliyetler düzenlemek”
* Büyükşehir Belediyesi önüne kadar yapılan yürüyüşe Emekçi Kadınlar Derneği olarak katılmak. EKD için “Sözde kadın haklarını savunan” deniliyor.
* 1 Mayıs mitingine katılmak, AKP il binası önünde zamları protesto etmek.
* Taş Bina önünde, 'Kontgerilla dağıtılsın, darbeciler yargılansın' bildirisini okumak, Yunanistan'da bir gencin polis tarafından öldürülmesini protesto etmek, Hrant Dink'i anmak...
* İşten çıkarılan sendikalı işçilerle dayanışmak için Mersin Limanı önünde yapılan basın açıklamasına destek vermek
CHE GUVERA İSİMLİ TERÖRİST!
Yapılan aramalarda ise bir kişide, kapaklı bir demir boru ve 280 gram barut bulunduğu belirtildi. Bunun dışında, 'ele geçirilen' bazı deliller şöyle:
* 1982 yılında yasaklanan 'Marks-Engels-Lenin, Gerilla Savaşı' başlıklı kitap.
* 1990 yılında yasaklanan 'Sosyalizm Kazanacak' adlı kitap.
* 'Ezilenler Birleşsin' yazılı duvar takvimi.
* 'Dondurmam Gaymak', 'Muro', 'Recep İvedik' ve 'Issız Adam' adlı film CD'leri.
* Kürtçe ve Türkçe şarkı CD'leri, oyun havaları.
* Che Guvera isimli teröristin hayatını anlatan belgesel türü filmler.
KUŞ GRİBİ KONULU BİLDİRİ DAĞITMAK!
* 'BEKSAV Sinema Atölyesi' ibareli CD içerisinde; Kazım Koyuncu isimli sanatçının hayatını anlatan belgesel film.
* 'Komünist Manifesto' adlı kitap.
* Altı düdük, beş salsa aleti, dört zilli tef. Lenin fotoğrafı işlenmiş duvar halısı. 'Töre mağduru kadınlar' konulu yazı ve fotoğraflar.
* Deniz Gezmiş isimli teröristin anısına hazırlanan, hayatı ve örgütlü mücadelesini anlatan görüntüler.

Hakkari Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, dün akşam saatlerinde Dağlıca bölgesine teröristler tarafından 6 adet havan mermisi ile saldırı yapıldığı belirtildi. Havan atışları neticesinde tarlasında çalışan 2 köylü vatandaşın hafif yaralandığı belirtilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
"Yaralı vatandaşlardan Veysel Sendik askeri helikopter ile Hakkari Asker Hastanesi'ne kaldırılmıştır. Hafif yaralı Remzi Buldan Dağlıca'daki askeri birliğin tabibi tarafından tedavi edilmiştir.
Aynı olayda bir havan mermisinin askeri birliğin bulunduğu bölgeye düşmesi neticesinde iki er hafif şekilde yaralanmıştır. Ayakta tedavi edilen iki er kontrol için askeri helikopter ile Hakkari Asker Hastanesi'ne sevk edilmiştir. Hakkari Asker Hastanesi'nde yapılan tetkik ve kontrol sonunda havan saldırısında hafif yaralanan iki er ile bir köylü vatandaşın sağlık durumlarının iyi olduğu tespit edilmiştir."
Kaynak : www.gencturkhaber.com


Arap-Kürt gerginliği tırmanıyor |
Washington Post, Kuzey Iraklı Kürtler ile Irak Hükümetinin savaşın eşiğinde olduğunu yazdı. Kürt gerginliği tırmanıyor Washington Post gazetesi, Kuzey Iraklı Kürtler ile Irak Hükümetinin savaşın eşiğinde olduğunu yazdı. Barzani, anlaşma olmazsa savaşın kaçınılmaz olduğunu söyledi. Gazeteye konuşan Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, iki tarafın 28 Haziran’da savaşın eşiğine geldiğini, anlaşma olmazsa savaşın kaçınılmaz olduğunu söyledi. Gazeteye göre, Irak Merkezi hükümeti, Kürt nüfusun yoğun olduğu Mahmur’a asker gönderince Bağdat’la Erbil arasında ipler gerildi. Washington Post’a röportaj veren Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, olay gününü şöyle anlattı: “Iraklı birliklerin Mahmur’a asker yığması, Kerkük ve Musul’da huzursuzluğa yol açtı. Kuzey Iraklı Kürtler, Iraklıların kasabayı ele geçireceğini düşünerek harekete geçti ve yola barikat kurdu, böylece iki taraf karşı karşıya geldi. Bu gerginlik üzerine, Kürt liderler, Bağdat’taki hükümet yetkilileri ve ABD askeri yetkilileri masaya oturdu ve Arap birlikler, bölgeden çıkarıldı.” Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yle ilişkilerinin çıkmazda olduğunu söyleyen Neçirvan Barzani’ye göre, seçim sebebiyle, tüm girişimler dondu. Ancak, anlaşma olmazsa birliklerin karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi lideri Mesud Barzani de, yeğeni Neçirvan Barzani’yle aynı görüşte. Washington Post’a konuşan Mesud Barzani, durum için “2003’teki işgalden bu yana hiç bu kadar savaşa yakın olmamıştık” tespitinde bulundu. Gazeteye göre, iki taraf da patlamaya hazır bomba gibi bekliyor. Çünkü sınır sorunu çözülemedi. En büyük problem ise petrol çıkarılan bölgelerin, Araplar, Kürtler ve Türkmenler arasındaki paylaşımı. KAYNAK : (CNNTURK) |


Yıllarca PKK Terör Örgütü'ne yardım eden Toprak Holding Sahibi Halis Toprak TMSF'den bir türlü yakasını kurtaramayan nam-ı diğer Halis Ağa, 1997'de sekizi kız , ikisi erkek olan 10 çocuğunun annesi 33 yıllık eşi Ayşe Hanım'dan boşanmış, 5 trilyonluk nafaka problemi hallolduktan sonra 1999'da kendisinden 39 yaş küçük Özlem Hanım'la evlenmişti. Halis Ağa'nın, Ayşe Hanım'dan boşanırken eşine 540 bin TL nafaka ödemesine karar verildi ancak bildiğim kadarıyla, Ayşe Hanım bu parayı almadı.
GELİN BABA İZNİYLE EVLENİYOR
Bu arada Halis Ağa'nın Gülcan Sepet'ten evlilik dışı ilişkisinden olan 21
yaşında Salim adında bir de oğlu var. Halis Toprak, görücü usulüyle evlendiği 12. çocuğunun annesi Özlem Hanım'la 2008'de aniden boşandı. Hatta ölümünden sonra da kardeşler arasında miras konusunda herhangi bir problem yaşanmasın diye, DNA testiyle Turgut'un oğlu olduğunu belirleyerek Özlem Hanım'a ayda 10 bin TL nafaka ve oğlunun velayetini verdi.
NİŞAN ALIŞVERİŞİ VAKKO'DAN
Yıllardır TMSF ile uğraşarak sinir sistemi altüst olan ve hastalanarak tedavi gören Halis Ağa, üçüncü kez evlenmeye karar vermiş. Duyduğuma göre Ağa, şu sıralar 13.08.1992 doğumlu olan kendisinden 54 yaş küçük Nazlıcan Tagizade ile evlilik hazırlıklarını bitirmiş. Ancak Nazlıcan, henüz 18 yaşına girmediği ve reşit olmadığı için kızın babasının yazılı izniyle bu iş gerçekleşecekmiş. Halis Toprak ile Nazlıcan bugün Ağa'nın Kuşadası'ndaki yazlık evinde çocuklarının bile haberi olmadan evleniyor. Halis Ağa yeni gelinin çeyiz, gelinlik ve diğer ihtiyaçlarının hepsini Vakko'dan almış.
Toprak Holding'in sahibi Halis Toprak Kimdir
Halis Toprak'ın tüm haberleri için tıklayın...

Kanal D'nin özel haberine göre, geçen ay bir fabrikada Çinlilere Uygur Türkleri arasında çıkan kavganın ateşlediği olaylar sokağa taştı. Uygur Türkleri kavgada ölenlerle ilgi soruşturma açılmasını talep etti. Ama Çin hükümeti olayı örtbas etmek isteyince, Urumçi karıştı.
196 UYGUR TÜRK'Ü İDAM EDİLDİ
Günler süren olaylar sonrasında Çin yönetimi Urumçi'ye asker takviye etti.. Urumçi'de ev ev baskınlar yapıldı, Uygur Türkleri gözaltına alındı. Çin hükümeti oluyların sorumlularının idam edileceğini açıkladı.
Ve o kararını önceki gün uyguladı. Tam 196 Uygur Türk'ü kurşuna dizildi.
600'DEN FAZLA KİŞİDEN HABER ALINAMIYOR
Uygur Türkleri'nin nerede idam edildiği bilinmiyor. Cenazelerinin ailelerine verilip verilmediği de belli değil. Bilinmeyen sadece o değil. 600'den fazla kişiden de haber alınamıyor.
Çin yönetimi olayları kanlı şekilde bastırdı,, tam 196 Uygur Türkünü de idam etti. Adeta dünyaya meydan okudu.

ÇÖZÜM PLANI ÖNCESİ ARKADAŞLARINA KAVUŞACAK
Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın 15 Ağustos'ta açıklayacağı ileri sürülen "çözüm planı" merakla beklenirken İmralı Adası'na gönderilecek mahkûm sayısı da 9 olarak kesinleşti. Öcalan bu mahkûmlarla, yeni yapılan iş atölyesi ve hobi odaları ile ortak kullanım alanlarında bir araya gelebilecek. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin talepleri doğrultusunda İmralı'da geçen yıldan buyana hareketlilik yaşanıyordu. Öcalan'ın cezasının infaz koşullarının tecrit iddialarına meydan vermemesi için değiştirilmesi için farklı blok görünümlü odalar oluşturuldu. Adalet Bakanlığı buraya yeni mahkum gönderileceğini açıkladı. Mahkûm sayısını da 9 olarak belirledi. Ancak bu mahkûmlardan 9'unun birden mi gönderileceği yoksa zamanla 9'a mı tamamlanacağını Adalet Bakanı Sadullah Ergin belirleyecek. Ada'daki inşaatı tamamlayan müteahit ile Bakanlık arasında devir-teslim işlemlerinin bugünlerde tamamlanacağı belirtiliyor. Nakil işlemlerinin de geciktirilmeden yapılacağına işaret ediliyor.
Hobi odası bulunuyor
Tesislerde, Öcalan ve buraya yeni nakledilecek mahkûmların ortak kullanım alanları oluşturuldu. Bu çerçevede, bir atölye ile hobi odası tesislere dahil edildi. Bu atölyelerin hangi amaçla (resim, marangozluk gibi) kullanılacağı yine Öcalan ve diğer mahkûmlardan gelecek talepler doğrultusunda belirlenecek. Ayrıca Öcalan ve diğer mahkûmların "havalandırma" diye bilinen "volta alanları"nda da bir araya gelmeleri sağlanacak. Adalet Bakanlığı, ortak kullanım alanlarına 24 saat kayıt alabilecek kameralar yerleştirdi. Mahkûm sayısının artması nedeniyle İmralı'ya yeni ceza infaz görevlileri de gönderilecek. Ada'ya gönderilecek yeni görevli sayısının 50'yi aşmayacağı belirtiliyor. Sayının sınırlı olması, "Zaten Ada'da dış güvenlik için yeterli sayıda personelin bulunmasıyla" açıklanıyor. İmralı Cezaevi'ne gönderilecek mahkûmlarla ilgili genel beklenti "ünlü isimler"e yönelikken Bakanlık, böyle bir zorunluluğun bulunmadığını, sağ, sol ve bölücü terör suçluları ile uyuşturucu ve organize suç üyelerinden bilinmeyen isimlerin de buraya gönderilebileceğine işaret ediyor.


Y.K. adlı okurumdan gelen mektup şöyle: “Sevgili Ahmet Abi... Ben 19 yaşında, dinine bağlı bir gencim. Sizin yazılarınızı beğenerek okuyorum. Ahmet Abi, ben Fethullah Gülen'in hizmetlerini takdir eden biriyim ve bu yüzden Fethullah Gülen Cemaati'ne girmek istiyorum. Lütfen bana yardımcı olabilir misiniz? Ne yapmalıyım, nereye başvurmalıyım?”
AHMET HAKAN'IN CEVABI
Bu da benim yanıtım:
Sevgili Y.K. kardeşim... Keşke sana “Üç adet vesikalık fotoğraf, bir adet ikametgah ilmühaberi ve sabıka kaydınla birlikte şu mercie başvuruyorsun” türünden bir yanıt verebilseydim...
Maalesef böyle bir yol yok.
Ama üzülme...
CEMAATÇİ OLMANIN 11 YOLU
Sana bir adet “Yeni başlayanlar için cemaate giriş yolları” listesi hazırladım.
Oku ve tatbik et:
? BİR: Sana en yakın bir ışık evinde şakirtlik yapmalısın...
? İKİ: Maklube adlı yemeği çok sevmelisin...
? ÜÇ: Zaman Gazetesi'ne abone olmalısın...
? DÖRT: Hüseyin Gülerce ile haftada iki saat sohbet etmelisin...
? BEŞ: Para biriktirip yolunu Pensilvanya'ya düşürebilirsin...
? ALTI: Mehtap TV'de Hoca'nın vaazlarını kaçırmamalısın...
? YEDİ: Medyada içinde Gülen geçen her türlü yazı için tepki mesajları göndermeyi öğrenmelisin...
? SEKİZ: Kurtlar Vadisi yerine Tek Türkiye'yi izlemelisin...
? DOKUZ: Arkadaşlarından söz ederken “mübarek” demelisin...
? ON: Kitaplarını TİMAŞ Yayınları'ndan almalısın...
? ON BİR: Birikimlerini Bank Asya'da değerlendirmelisin...

Susurluk'un kilit ismi Mahmut Yıldırım'ın hiçbir yerde yayınlanmamış 4 fotoğrafını Yeni Şafak ele geçirdi. İşte, "Öldü mü, yaşıyor mu" tartışması yapılan Yeşil'in sır dolu yaşamından kesitler sunan yeni fotoğraflar...
Yıllardır kayıp olan Susurluk skandalının kilit ismi Yeşil'in basında yer almayan 4 yeni fotoğrafına Yeni Şafak ulaştı. Fotoğraflardan ikisinin geçmiş yıllara ait olduğu görülürken, diğer ikisinin ise son zamanlarda çekildiği dikkat çekti. Fotoğraflardan birinde Mahmut Yıldırım cam kenarında oturuyor. Yeşil'in önünde bir sehpa üzerinde ise Maltepe marka sigara bulunuyor.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ATAMA KARARNAMESİNİ bugün de tamamlayamadı. HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, kararnamedeki eksikler nedeniyle açıklamanın haftabaşına kalabileceğini açıkladı.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in 'Salı günü çıkabilir' dediği kararname dün yine ertelendi. "Ergenekon savcıları sürülebilir" söylentisi gölgesinde geçen görüşmelerden sonuç alınamadıkça kuşkular da artıyor.
Bir de üstüne Kararnameyi erteleyen HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in, Ergenekon soruşturmasını eleştiren ve Ergenekon sanıklarına açıkça destek veren Ömer Faruk Eminağaoğlu'nun başkanlığını yaptığı Yargıçlar ve Savcılar Birliği'ne (YARSAV) üye olduğu ortaya çıktı.
5 ASİL ÜYEDEN 3'Ü YARSAV ÜYESİ
Kadir Özbek'in yanı sıra HSYK üyeleri Musa Tekin ve Orhan Cem Erbük'ün de, YARSAV'a üye olduğu belirlendi. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Adalet Bakanı ile kurulun doğal üyesi Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın yanısıra 3'ü Yargıtay, 2'si Danıştay'dan seçilen toplam 7 asıl üyeden oluşuyor. Sözkonusu tabloya göre; Yargıtay ve Danıştay'dan HSYK'ya seçilen 5 asil üyeden 3'ü YARSAV'lı olarak görülüyor.

HSYK NASIL KARAR ALIYOR
Ergenekon hâkim ve savcılarını kapsayıp kapsamayacağı merak edilen Adlî Yargı Yaz Kararnamesi'ne son şeklini verecek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK), kuruluş ve çalışma esasları özetle şöyle:
- HSYK'nın başkanlığını Adalet Bakanı yapıyor. Adalet Bakanlığı Müsteşarı da bu görevi süresince kurulun asli üyesi. Kurulu temsil ve Kurul adına beyanda bulunma yetkisi başkana ait.
- Adalet Bakanı'nın bulunmadığı zamanlarda Kurul'a, üyelerce seçilen başkanvekili başkanlık ediyor. Bakan ve başkanvekilinin bulunmadığı toplantılarda ise seçimle gelen asıl üyelerin en kıdemlisi Kurul'a başkanlık eder.
- HSYK'da Yargıtay (3) ve Danıştay'dan (2) seçimle gelen 5 üye ile Adalet Bakanlığı'ndan iki temsilcinin bulunduğu 7 üye yer alıyor. Kurul'un 5 de yedek üyesi var. Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alıyor (4 oy).
- Anayasa, HSYK Kanunu, HSYK İç Yönetmeliği ile 'Hâkimler ve Savcılar Hakkında Uygulanacak Atama ve Nakil Yönetmeliği'nde, kararnamelerin kabulü için, kurulun başkanı olan Adalet Bakanı'nın imzasının şart olduğuna ilişkin hüküm bulunmuyor. Aksine, kararın üyelerin salt çoğunluğuyla alınacağının belirtilmesiyle yetiniliyor.
- Konular üzerinde görüşmeler tamamlandıktan sonra oylamaya geçiliyor. Aksine karar alınmadıkça oylama açık olmakla birlikte, 'gizli oylamaya ilişkin yasa hükümleri saklıdır' maddesi de var.
- Üyeler, kabul ve ret şeklinde oy kullanabiliyor. Çekimser oy da ret oyu sayılıyor.
BAKANLIK OLMADAN DA HSYK KARAR ALABİLİR
Adalet Bakanı olduğu dönemde HSYK başkanlığı da yapan Hikmet Sami Türk, bakanlıktan bir temsilcinin katılmaması durumunda Kurul'dan karar çıkmayacağı yönündeki iddiaların doğru olmadığını söyledi. Taraf'ın sorularını yanıtlayan Türk, “Bakan ya da müsteşar, veya ikisi de olmadan Kurul pekala çalışabilir. İlgili mevzuatta da olmayan üyelerin yerinin doldurulacağı yazılıdır, yedek üyeler bunun içindir. Dolayısıyla bakan imzası olmadan da, onun katılmadığı bir toplantıda karar alınabileceği gibi, bu tabii yayımlanabilir” dedi.
Yargıdaki atamaların HSYK kararı olduğunu, bakanın diğer üyelerden üstün bir yanı olmadığını söyleyen Türk şöyle devam etti: “Bakanın, Kurul kararlarını veto yetkisi yoktur. Taslaklar genellikle bakanlıkça hazırlanır. Şimdiki de öyledir. Bakan veya müsteşar olmasa da yedek üyelerin katılımıyla, Kurul daima 7 kişiyle toplanır ve kararlar alabilir.”


Hakkari'de kazara mühimmatın patlaması sonucu şehit olan askerlerden Piyade Er Bahadır Han Solak'ın cenazesinde arkadaşlarının açtığı pankarta polis müdahale etti.
TOPRAĞA VERİLDİ
Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde kaza sonucu meydana gelen mühimmat patlamasında şehit olan dört askerden Piyade Er Bahadır Han Solak, Solak ailesinin tek oğluydu. Afyon Kocatepe Üniversitesi Elektrik-Elektronik Bölümü'ndeki öğrenimini yarıda bırakmış ve bir süre Tuzla Tersaneler Bölgesi'nde gemilerde çalışmıştı. Evlerine ve sokağa Türk bayrakları asılmıştı. Solak dün Maltepe Yusuf Ziya Üçüncü Cami'sinde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.
YAKA PAÇA GÖZALTI
Radikal'in haberine göre cenazenin yakınlarında arkadaşları 'Yemen yolu çamurdandır, sefertası bakırdandır, gemiciği olan bedel öder, şehidimiz fakirdendir' yazan pankart açtı. Pankartı açanları polis yaka paça gözaltına alındı.

STRASBOURG'taki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ömür boyu hapis cezasına çarptırılan 5 PKK'lı hakkındaki davada Türkiyeyi, 'Adil yargılanma hakkını ihlal ettiği' gerekçesiyle mahkum etti.
Kararla birlikte Türkiye, silahlı eylemlere katılan PKK'lılara toplam 78 bin 500 bin Euro tazminat ödeyecek.
TAZMİNATA MAHKUM ETTİ
Diyarbakır ve Muş'ta 1990'lı yıllarda 30 eylem gerçekleştirdikleri tespit edilen ve 12 yıl süren yargı süreci ardından ömür boyu hapis cezasına çarptırılan ve halen Diyarbakır D Tipi Cezaevi'nde tutulan Sedat Atsız, Mehmet Emin Türk, Şerefettin Türk, Mahfuz Sığınç ve Orhan Sakçı'nın AİHM'e yaptıkları başvuru Türkiye'ye mahkumiyeti getirdi. AİHM, 5 PKK'lı hakkındaki davada, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmederek, Türkiye'yi Euro tazminat ödemeye mahkum etti.
AİHM 2'nci Dairesi'nin 23 Haziran tarihli kararında, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 'Adil Yargılanma Hakkı'nı düzenleyen 6/1'inci Maddesi'ni ihlal ettiğine karar vererek, Sedat Atsız, Mehmet Emin Türk, Şerefettin Türk ve Mahfuz Sığınç'a 17'şer bin, Orhan Sakçı'ya ise, 10 bin 500 Euro manevi tazminat ödenmesine karar verdi.

DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, Öcalan'ın 15 Ağustos'ta Kürt sorunuyla ilgili yapacağı açıklama öncesinde, terör örgütü liderinin, önemli aydın ve gazetecilerle, bu arada gazeteci Ertuğrul Özkök'le de görüşmesinin sağlanmasını istedi.
DTP'DE HAREKETLİLİK
İmralı'da yatan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın 15 Ağustos'ta açıklayacağı çözüm planı öncesinde, Demokratik Toplum Partisi'nde de hareketlilik yaşanıyor.
ÖZKÖK İMRALI'YA GİTSİN GÖRÜŞSÜN
DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, Öcalan'ın avukatları aracılığıyla sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle görüşmesinin yapıcı olacağı görüşünde: "Çok etkili bir aktördür. Kürt sorununun çözümünün önünü açabilir. Herkesi rahatlatabilir.Aslında Adalet Bakanlığı izin verse Ertuğrul Özkök İmralı'ya gitse görüşebilse Türkiye'yi rahatlatacak sonuç mümkün olabilir."
SİLAHLARIN BIRAKILMASI İÇİN BAŞLANGIÇ
DTP Parti Meclisi toplantısı öncesinde basın mensuplarına konuşan genel başkan Ahmet Türk de, Öcalan'ın ortaya koyacağı yol haritasının çözüm sürecine katkı sağlayacağını söyledi. Ahmet Türk, terör örgütü liderinin yetkililerce de dinlenilmesini istedi: "Öcalan'la görüşülmesininin yarar sağlayacağına inanıyorum. Ben zaman zaman 'televizyon verilmiyor' diye eleştiriyorum. Daha iyi izlerse daha iyi şeyler önerir, diyorum Öcalan'ın 15 Ağustos'ta duyurması beklenen çözüm planına yönelik en önemli beklenti ise DTP Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş'a ait. Karabaş, "Tümüyle silahların bırakılması gibi bir adımın başlangıcı olacağını bekliyoruz." diyor.
DTP'nin Parti Meclisi toplantısı iki gün sürecek. Toplantıyla ilgili hafta başında bir sonuç bildirgesinin yayınlanması bekleniyor.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hızlı trenin temel atma töreni için gittiği Konya'da sert sözler sarfetti.
Erdoğan: "Tayyip Erdoğan belediye başkanı olduğunda İstanbul'un borcunu bitirdi. Bahçeli, senin partin İstanbul'da yüzde kaç oy alıyor? İstanbullu hizmet alıyor, onlarla kucaklaşan bir parti var. İpleri atmakla bir yere varamazsın. Dürüst olalım, gerçekçi olalım. Dürüst olanı alkışlamak da partilere oy kazandırır. Konya'da ilk ray kaynağını yaptık. AK Parti dışındakilerden bir teşekkür duyun. 40 yıldır Türkiye'de bir metre ray döşenmemiş. Biz geldik, biz döşüyoruz.
ATATÜRK KALKSA BUNLARIN HEPSİNİ MEZARA GÖMER
"Atatürkçüyüz" diyorlar. Atatürk kalksa bunların hepsini mezara gömer. İftira atmakla bir yere varamazsınız! Biz dertliyiz. Biz derdi olan bir partiyiz. Durmadan hizmet yolunda yolumuza devam edecağiz. Durmak yok yola devam diyoruz. Bu yolda gece gündüz demeden yürüyeceğiz diyoruz." dedi.

Bakan Günay, Evren'le ilgili olarak “Çok geç kalınmış bir hesaplaşma. Bugün darbecileri yargılamaktansa, onların rütbelerini sökmek en iyi ceza olur. Hâlâ devletin lojmanlarında oturanlar var” dedi
RÜTBELERİNİ SÖKMEK EN BÜYÜK CEZA
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “12 Eylül yargılansın istiyorum, diğer türlüsü kendimi inkâr etmek olur. Bugün darbecileri yargılamaktansa, onların rütbelerini sökmek en iyi ceza olur” dedi.
EVREN'E CEVAP VERDİ
Habertürk'te önceki akşam “Gündem” programına katılan Günay, darbeden korkmadığını söyledi. Günay, “Birtakım ham adamların, son kullanma tarihi geçmiş siyasilerin darbe hayali kurduklarını biliyorum. Birileri gerçekleşmeyecek hayaller kuruyor” dedi. Darbe dönemlerinde aslında cumhuriyetin askıya alındığını belirten Günay, 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in, “Halk evet der Anayasa'nın geçici 15. maddesini kaldırırsa, o zaman hiç yargılamaya da gerek yok, ben intihar ederim” sözleriyle ilgili olarak şunları söyledi:
RÜTBELERİNİ SÖKELİM
“Benim duygularım o insan konusunda hiç etkilenmiyor. Çok geç kalınmış bir hesaplaşma. Mahkeme kararı çıksa dahi sağlık durumu ortada. Darbeciler yargılansın, 12 Eylül'ü inkâr kendimi inkâr etmek olur. Bugün darbecileri yargılamaktansa, onların rütbelerini sökmek en iyi ceza olur. Biliyorum ki hâlâ devletin lojmanlarında oturanlar var.”
Partisinin Antalya il kongresinde Çin'i yine soykırım yapmakla suçlayan Başbakan Erdoğan, çocuklara ise Çin malı oyuncaklar dağıttı. Erdoğan, Sanayi Bakanı Ergün'ün çağrısına da böylece uymamış oldu.
Antalya il kongresinde partililere yaptığı konuşmada Çin'in Uygur Özerk Bölgesi'ndeki olayları "soykırım" ve "vahşet" ifadeleriyle değerlendiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Antalya sokaklarında çocuklara Çin malı oyuncak dağıttı.
Başbakan Erdoğan, yurt gezilerindeki geleneği Antalya'da da bozmadı, yine oyuncak dağıttı. Fakat dağıttığı oyuncakların her zaman dağıttığı gibi Çin üretimi oyuncaklar olması dikkat çekti.
BAKAN ERGÜN'ÜN BOYKOT ÇAĞRISINA DA UYMADI
Çocuklara Çin malı oyuncak dağıtan Başbakan Erdoğan, böylece Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün'ün insanlıktan nasibini almamış ülkelerin ürünlerinin alınmaması yönündeki çağrısını da hiçe saymış oldu.
PARTİSİNİN KONGRESİNE KATILDI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Antalya Kepez Spor Salonu'nda düzenlenen AKP Antalya 3. Olağan Kongresi için Antalya'daydı...
29 Mart’taki halkın iradesini saygıyla karşıladığını belirten Erdoğan, "Başbakan Antalya’ya küstü dediler. Başbakan artık Antalya’ya gelmez dediler. Antalya artık hizmet alamaz yatırım göremez dediler' sözleriyle Antalya'nın gönlünü almaya çalıştı ve 'Bütün bu ifadeler ana muhalefetin aynaya bakarak, kendini takdim etme şeklidir. Antalya’nın nereden nereye geldiğini herkes görüyor anlıyor. Biz burada CHP’ye hizmet etmiyoruz ki, biz Antalya ve burada yaşayan tüm vatandaşlara hizmet ediyoruz" dedi.
BELEDİYE BAŞKANI KARŞILAMAYA GELMEDİ
Erdoğan bu sözleri söyledi ama Antalya'nın gönlünü alamadı... Başbakan Erdoğan, partisinin il kongresine katılmak üzere özel uçak 'DAP' ile Antalya'ya geldi. Karşılama törenine gelmeyen CHP'li Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın, yerine bir meclis üyesini gönderdi.
Başbakan Erdoğan da bunun üzerine kongrede Antalya'nın CHP'li belediye başkanına yüklendi. Antalya Büyükşehir Belediyesi'nde yönetimin CHP'li olduğunu, ancak göreve gelir gelmez iki kişinin rüşvet skandalıyla gittiğini kaydeden Erdoğan, "Acaba gelecek seçime kadar kaç arkadaşları daha gidecek. Acaba gelecek seçime kadar kaç skandal daha patlayacak. Ben Antalyalı kardeşlerimden rica ediyorum. Antalya'ya sahip çıkınız, Antalya'nın kaynaklarına sahip çıkınız. Antalya'nın projelerine, Antalya'nın kazanımlarına sahip çıkınız" ifadelerini kullandı.
CHP'Yİ İSKİ SKANDALINDAN TANIRIZ
Öz eleştiri yaptıklarını, kendi içlerinde yenilenmeyi, tazelenmeyi her fırsatta gerçekleştirdiklerini vurgulayan Erdoğan, "Kabinemizin 9'u değişirken buraya bir başkası gelmedi. AK Partili arkadaşlarım kabinede geldi görev aldı. Değişen bir şey yok. Arkadaşlarımın hepsi AK Parti için bu yolculuğunu devam ettiriyor. Sayın Baykal, partinizin başında olduğunuz süre boyunca siz her seçimde, seçim kaybettiniz. Barajın altında kaldınız. İkinci, üçüncü parti oldunuz. Kısa süreli koalisyonların dışında iktidar yüzü görmediniz, göremediniz. Partinizde hangi reformu yaptınız, hangi revizyonu yaptınız, hangi düzenlemeyi yaptınız. O koltuktan kalkmayı, yerinizi gençlere bırakmayı hiç düşündünüz mü?" diye konuştu.
Baykal'a her seçimde alınan başarısızlıktan dolayı kendisine ve yakın çevresine fatura kesmeyi düşünüp düşünmediğini Başbakan Erdoğan, "Hiçbir kere olsun aziz milletin size verdiği mesajları doğru okumayı aklınızın ucundan geçirdiniz mi? Siz önce bir iğneyi kendinize batırın, önce kendiniz bir aynaya bakın. Biz zaten sizi çok iyi tanırız. Sizi İstanbul'dan, Kocaeli'nden, Ankara'dan tanırız. Biz CHP'yi İSKİ skandalından, Yuvacık barajındaki skandaldan, Çankaya'daki yamyamlar skandalından tanırız. Sizi gayet iyi tanırız. Ve sizi en son işte Anayasa Mahkemesi'nin verdiği 1 trilyonluk cezadan tanırız. Hazine'den aldığınız o parayı nerede harcadınız onu anlat onu? Bak 1 trilyon cezaya mahkum oldunuz. Yolsuzluklardan bahsediyorsun, bu ne? Ne bu? Önce bunun hesabını ver" dedi.
Türk halkının pek alışık olmadığı bir tartışmaya İngiliz halkı yine pek alışık olmağı şekliyle tanıklık ediyor... Türkiye'de asker sivil iradeye ayar çekerken, İngiltere'de isyasetçi askere, "ayağını denk al" dedi...
İngiliz Genelkurmay Başkanı’nın Afganistan için ek asker istemesi ve hükümeti eleştirmesi iktidarı kızdırdı. İktidar vekilleri “General kırmızı çizgileri aşıyor. O kendi işiyle uğraşsın” tepkisini gösterdi.
Ordunun siyasi konulara girmesine pek alışkın olmayan İngiliz halkı, Genelkurmay Başkanı Sir Richard Dannatt ile hükümet arasındaki kavgaya tanık oluyor. Son 10 günde Afganistan’da hayatını kaybeden İngiliz askerlerinin sayısının 15’e çıkması hükümetle asker arasındaki ipleri gerdi. 2010’daki seçimlerde İşçi Partisi’ni bozguna uğratarak iktidara gelmesi beklenen muhalefetteki Muhafazakâr Parti milletvekilleriyle özel bir yemekte bir araya gelen Dannatt, Afganistan’da 2 bin ek asker ile yeni teçhizat ve helikopterlere ihtiyaç olduğunu söyleyerek, hükümete baskı yapılmasını istedi. Generalin kamuoyu önünde de Afganistan’daki asker ve helikopter sayısının “gerekenin çok altında olduğunu” söylemesi İşçi Partisi’ni çileden çıkardı.
Times gazetesi, İşçi Partisi’nin Dannatt’ı “politika yapmakla” suçladığını yazdı. Gazeteye konuşan ve adı gizli tutulan bir bakan “Genelkurmay Başkanı’nın gidip de Muhafazakâr Parti’ye brifing vermesi doğru değil. Eğer söyleyecek herhangi bir şeyi varsa, gelir bize söyler. Ya da yaptığımız toplantılarda dile getirir. General Dannatt kırmızı çizgileri aşıyor. Son derece riskli bir oyun oynuyor” dedi. Avam Kamarası Savunma Komisyonu üyesi David Crausby ise “Şu dönemde parti politikasına oynamak hiç de uygun değil. Dannatt sadece kendi işiyle uğraşmalı. Afganistan’daki görev tamamen sona erdiğinde, bundan çıkarılacak dersler varsa bunu da sorumlu bir yolla yerine getirmeliyiz” çıkışını yaptı. Maliye Bakanlığı’ndan bir yetkili ise, Afganistan’a ekstra teçhizat gönderilmesinin şu anda düşünülmediğini söyledi.
Mail on Sunday gazetesi de dün Dannatt’ı iddialarını destekleyen bir habere yer verdi. Gazete, “Afganistan’daki askerler için alınan Husky tipi araçların, en basit testleri bile geçemediğini ve ABD ordusu tarafından reddedildiğini” yazdı.
Ordu'nun Gürgentepe İlçesi'ne bağlı Eskiköy Belediye Başkanı AKP'li Yaşar Keskin, tartıştığı genci tabancayla karnından vurarak yaraladı.
Gürgentepe'ye 16 kilometre uzaklıkta olan 2 bin 800 nüfuslu Eskiköy'ün Belediye Başkanı Yaşar Keskin, 29 Mart yerel seçim sonuçları üzerine konuştuğu 26 yaşındaki Erdal Aslantaş'la tartışmaya başladı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine Başkan Keskin, üzerinde taşıdığı silahı çekerek Aslantaş'a 3 el ateş etti. Yaralanan Erdal Aslantaş, çevredeki vatandaşlar tarafından özel araçla Fatsa Devlet Hastanesi'ne götürülürken, yolda olay yerine gelen 112 Acil Servis ekiplerine teslim edildi. Fatsa Devlet Hastanesi'nde ilk müdahalesi yapılan Erdal Aslantaş daha sonra yoğun bakımda tedavi altına alındı.
Olayın ardından Başkan Keskin jandarmaya giderek teslim oldu. Gürgentepe İlçesi'nin Eskiköy Beldesi'nde 3 dönemdir belediye başkanı olarak görev yapan evli ve 2 çocuk babası 52 yaşındaki Yaşar Keskin, minibüs şoförlüğü yaparken, 1999 yılında kapatılan Fazilet Partisi'nden aday olup belediye başkanı seçildi. 2004 seçimlerinde AKP'ye katılan Keskin, 2009 seçimlerini de yeniden kazanarak üçüncü kez Eskiköy Belediye Başkanı oldu. Yaşar Keskin'in ilkokul mezunu olduğu belirtildi.
Kıbrıs Rum lideri Hristofyas, ''Türkiye tarafından belirlenen hiçbir 'kırmızı çizgiyi' kabul etmediğini söyledi.
Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, Kıbrıs sorununun çözümü durumunda Kıbrıs'ın garantilere ihtiyacı olmayacağını ileri sürdü.
Rum haber ajansına göre, Rum Nöroloji ve Genetik Enstitüsü'nü ziyaretinin ardından Rum basınına açıklama yapan Dimitris Hristofyas, ''Kıbrıs halkının'' garantörlüğün sonucundan ıstırap çektiğini belirterek, ''Bundan ıstırap çekmiş insanlar olarak, garantilerin sürmesini istemiyoruz. Biz bu tutumu kamuoyunda ve müzakereler sırasında ortaya koyduk ve bunu destekleyici argümanlarımızı sunduk'' diye konuştu.
Garanti sisteminin sürmesi için herhangi bir alternatif sunmadığını ifade eden Hristofyas, ''Bizim tutumumuz şudur ki Kıbrıs'ta herhangi bir garantiye ihtiyaç yoktur'' dedi.
Rum lider, müzakerelerde, ''Türkiye tarafından belirlenen hiçbir 'kırmızı çizgiyi' görüşmediğini ve kabul etmediğini de'' söyledi.
Günlerdir hakim ve savcıların atamalarını görüşen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, bugün açıklayacağını duyurduğu kararını yine erteledi. Günlerdir yerlerinin değişip değişmeyeceği tartışılan Ergenekon savcılarının durumu da velirsizliğini koruyor.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, bugün açıklanması beklenen hakim ve savcıların atama kararını yine erteledi.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Kadir Özbek, adli yargıdaki hakim ve savcıların yer değiştirmesine ilişkin kararname çalışmalarının devam ettiğini söyledi.
Özbek, Türkiye Noterler Birliği Kongre Salonunda düzenlenen, mesleğe kabul edilen 7. dönem adli yargı hakim ve savcı adaylarının ad çekme töreninden ayrılırken gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Adli yargı hakim ve savcılarıyla ilgili 2009 yılı yaz kararnamesi çalışmalarına araya başka gündemler girdiği için geç başladıklarını söyleyen Özbek, daha önceki kararnamelerin Haziran ayında çıkarıldığını hatırlattı.
Özbek, 1400-1500'ün üzerinde adli yargı hakim ve savcısıyla ilgili kararname taslağı üzerinde çalışmaların halen devam ettiğini ifade ederek, çalışmaların bugün ya da yarın tamamlanabileceğini kaydetti.
Bir gazetecinin 'Ergenekon soruşturmasının 3. iddianamesini beklediğiniz söyleniyor' demesi üzerine Özbek, 'Türkiye'nin gündeminde her şey oraya dayandırılmaya çalışılıyor' karşılığını verdi.
Özbek, kararname kapsamında 'Ergenekon' soruşturmasını yürüten savcıların yerlerinin değiştirilip değiştirilmediği sorusu üzerine de kararnamenin içeriğine ilişkin bir şey söyleyemeyeceğini ifade etti.
ERGENEKON SAVCILARI DEĞİŞECEK Mİ?
Aslında bu kararname her yıl çıkıyor ancak bu yıl farklı, çünkü Ergenekon davası ve davayla ilgili tartışmalar nedeniyle dikkatler İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon davasına bakan savcılar ve mahkeme heyeti üzerinde.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun asıl görevi "yargının bağımsızlığı"nı gözetmek.
Bu yıl atama kararnamesi hazırlanırken yargı bağımsızlığının yanı sıra "adil yargılama" prensibi de atama kriteri olarak gözetilecek.
Kurul, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bakacak, sözleşmenin altıncı maddesinde "herkes bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında çağırılmasının ve dinlenmesinin sağlanmasını istemek. Herkesin hakkıdır" ifadeleri yer alıyor.
Atama kararlarının açıklanmasıyla, Ergenekon savcılarının yerlerinin değiştirileceğine ilişkin iddiaların da doğru olup olmadığı netleşmiş olacak.
Alperen Ocakları Genel Başkanı Abdullah Gürgür, Topkapı Sarayı'nda görüştüğü ünlü piyanist İdil Biret'e çiçek sunarak, 3 gün önceki konser sırasında yaşanan olaylarla ilgili özür diledi.
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın odasında gerçekleşen buluşmaya İdil Biret, eşi Şefik Büyükyüksel ile birlikte geldi.
Görüşmeye, Gürgür'ün yanı sıra Alperen Ocakları İstanbul İkinci Başkanı Talat Ardıç, il yöneticisi Fatih Yılmaz ve BBP Kağıthane İlçe Başkanı Tolga Aral da katıldı.
Buluşmada, Alperen Ocakları Genel Başkanı Gürgür, İdil Biret'e bir buket çiçek sunarak, özür diledi.
İdil Biret de Gürgür ve beraberindekilere, Fransız bir yazar tarafından kaleme alınan ve kendi hayatının anlatıldığı ''Dünya Sahnelerinde Bir Türk Piyanisti: İdil Biret'' adlı kitabı ile bir CD'sini hediye etti.
İdil Biret buluşmanın ardından HABERTÜRK'e yaptığı açıklamada, "Güzel bir konuşma oldu. Bu olayları fazla abartmamak lazım. Herkes gösteri yapmakta serbesttir. Afişleri yakmamak gerekirdi. Benim takıldığım tek nokta o." dedi.
İlber Ortaylı da "Ben çok memnunum. 'Protesto anlaşılır ama bunun bir usulü vardır' dediler. Bu tip anlaşma çok iyidir." dedi.
Ankara Barosu avukatlarından L.K.'nın bürosuna astığı 'babasının fotoğrafı' başına olmadık işler açtı. 'Avukat bürosuna Abdullah Öcalan'ın fotoğrafını astı' ihbarı alan Terörle Mücadele ekipleri, L.K.'nın bürosunu bastı ve saatlerce arama yaptı. Polisler, L.K.'nın bürosunda Atatürk portresinin yanına Öcalan'ın portresini astığı yolunda bir de tutanak hazırladı. L.K. ifadesinde o fotoğrafın ölen babasına ait olduğunu söylese de durumu değiştiremedi ve hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açtı
ASKERLİK HİZMETİ BAŞARI PLAKETİ VAR
Radikal Gazetesi'nden Mesut Hasan Benli'nin haberine göre, 2005 yılında Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan L.K., askerliğini yaptıktan sonra doğup büyüdüğü yer olan Ankara'nın Gölbaşı ilçesinde bir hukuk bürosu açtı. L.K., 1993 yılında kaybettiği babasının fotoğrafını büyüterek bürosundaki masasının karşısında bulunan duvara astı. Duvarda Atatürk'ün portresi de yer alıyordu. L.K. iki fotoğrafın altına yaptırdığı rafta ise askerlik görevini başarıyla tamamlamış olmasından dolayı Milli Savunma Bakanlığı tarafından kendisine verilen 'Askerlik Hizmeti Başarı Plaketi'ni koydu.
'ÖCALAN FOTOĞRAFI ASMIŞ' İHBARI
Kısa sürede Gölbaşı'nda başarılı ve sevilen bir avukat haline gelen L.K'nın hayatı geçen mart polise 'Bürosuna Abdullah Öcalan'ın fotoğrafını asmış' ihbarı gelince cehenneme döndü. Terörle Mücadele ekipleri, 26 Mart 2009 günü L.K.'nın bürosunu bastı. Polisler yaptıkları inceleme sonucunda, L.K.'nın duvarda asılı bulunan babası H.K.'nın fotoğrafının Öcalan'a ait olduğu tespitini yaparak şöyle bir tutanak tuttu: “Ofis olarak anılan odanın duvarında tahminen büyüklüğü 40x30 santimetre ebadında Atatürk portresinin bulunduğu, yine portrenin yanında 40x30 ebadında yasadışı PKK bölücü PKK/KONGRA-GEL örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın siyah beyaz, gülümseyen elleri göğüsünde oluşturulmuş halde, gömlekli ve bıyıklı resmin asılı olduğu tarafımızdan görülmüştür.”
BİLGİSAYARI İNCELENDİ
Polisler, ellerinde bu tutanakla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na L.K. hakkında 'PKK terör örgütünün propagandasını yapmak' suçlamasıyla suç duyusunda bulundu. Bunun üzerine savcılık, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurarak L.K.'nın bürosunda arama yapılmasını istedi. Mahkeme de savcılığın telebini yerinde bularak, 7 Nisan 2009 günü arama kararı verdi. Aynı gün L.K., Gölbaşı Adliyesi'nde duruşma beklerken polisler tarafından gözaltına alındı. Saatlerce süren büro aramasında polisler L.K. ve sekreterinin kullandığı bilgisayarların hard disklerine el koydu. Yapılan inceleme sonucunda sekreterin bilgisayarında Youtube gibi sitelerdeki bazı Kürtçe kliplerin izlendiğine ilişkin izler tespit edildi. Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Şube Müdürlüğü Teknik Büro Amirliği Data İnceleme Raporu'nda, L.K.'nın bilgisayarında tahkikata esas olacak herhangi bir kayda rastlanılmadığı yönünde bir rapor verdi.
'APO' DEĞİL BABAM
Bu gelişmelerin ardından Cumhuriyet Savcısı Cemil Tuğtekin L.K.ve sekreterinin ifadesini aldı. Avukat L.K. ifadesinde söz konusu fotoğrafın babasına ait olduğunu belirterek şöyle dedi: “Abdullah Öcalan'a ait bir resmin büromda asılı halde bulunduğunu açıkça iddia eden polis memurları hakkında resen suç duyurusunda bulunmanızı talep etmekteyim. Bu olay nedeniyle babamın manevi şahsiyetine hakarette bulunulmuştur. Büromda haksız yere bir arama yapılmış ve hard disklerime el konulmuştur. Görevliler irtikap suçu işlemişlerdir. Soruşturma nedeniyle iki gün avukatlık görevini ifa edemez duruma geldim.”
2001'DE DE BENZER BİR OLAY YAŞANMIŞTI
2001 yılında benzer bir olay da İstanbul Zeytinburnu'nda yaşanmıştı. Bir oçakbaşının sahibi masalardaki tuzluklar Öcalan'a benzediği için polislerce gözaltına alınmıştı. Olayı son anda öğrenen dönemin Zeytinburnu İlçe Emniyet Müdürü polisleri, “Böyle suç mu olur! Apo duysa halimize güler” diye azarlamıştı.
BBP'yi ayağa kaldıran pankart
Sivas Madımak Oteli'nde 37 kişinin yanarak ölümüyle sonuçlanan olayların 16. yıldönümünde düzenlenen anma töreninde bir kişinin taşıdığı "Gülerek yaktın, donarak öldün" ifadelerinin yer aldığı pankart nedeniyle BBP Sivas İl Başkanlığı tarafından suç duyurusunda bulunulacak. BBP Sivas İl Başkanı Zeki Haral, "Aklıselim olan ve insanlık onuru taşıyan hiçbir kişi, kurum ve kuruluşumuz da bu ölüm tacirlerinin tahriklerine göz yummamıza ne de sessiz kalmamıza asla razı olmayacaktır" dedi.
33 kişinin canını kurtarmak için çalışmıştı
İl binasında basın toplantısı düzenleyen Büyük Birlik Partisi (BBP) Sivas İl Başkanı Zeki Haral, pankart hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını belirterek, "Sivas üzerinde oynanan oyunları çığırından çıkartacak boyutlara getirme gayretlerine de müsaade etmeyeceğiz" dedi. Haral, "Hiçbir karalama faaliyeti, yapılan her türlü ajitasyonlar, alçakça tertiplenen provokeler, şer güçlerin, bölücü ve yıkıcı emeller taşıyanların gayretleri bu mübarek şehir, bu sultan şehir, bu destan şehir Sivas'ımızı ve aziz hemşerilerimizi hedef alarak adice, süfli emellerine malzeme yapmaya yetmeyecektir.
Haklı ve masumane bir anma
16 yıl önce yaşanan çok vahim ve asla tasvip edilemez haince tezgahlanan olay üzerinden yıllarca adeta bir kan emici vampir gibi her türlü rant oluşturmaya çalışanlar; bu sene de haklı ve masumane bir anma haklarını kullanma yerine yine karanlık yüzleriyle ortaya çıkmışlardır" diye konuştu.
Şerefsizce taşıdığınız bu pankartın
"Gülerek yaktın, donarak öldün' yazılı pankartı da taşıyarak aslında o gün olayları çıkaran zihniyetle bu gün bu pankart tahrikkarlığını yapanların birbirinden hiç de farklı olmadıklarını ortaya koymuşlardır" diyen Haral, şöyle devam etti:
"2 Temmuz olayları karşısında merhum Genel Başkanımız Muhsin Yazıcıoğlu'nun asil tutumu, olaylarda partimizin o tarihteki il binamızın arka tarafından 33 kişinin canının kurtarılması yönündeki gayret ve direktifleri açıkça biliniyor olmasına rağmen şerefsizce taşıdığınız bu pankartın iğrençliği karşısında bütün bir Sivas olarak nefret ve şiddetle kınanacağınızı bildiğiniz halde tahriklerinizi yine sürdürmeye devam ediyorsanız biliniz ki köpeklerin insanlık güneşine doğru havlaması asla o güneşe ve ondan aydınlananlara tesir etmeyecektir. Yeter artık çekin kirli ellerinizi bu şehrin üzerinden. Yeter artık hain emellerinize Sivas'ımızı alet etmekten vazgeçin. Susuyorsak, sabrediyorsak, tahammül ediyorsak bu acizliğimizden değil alicenaplığımızdandır. Hak ettiğiniz sıfatları göz önüne aldığımızda sizi kesinlikle dikkate almamamız gerekse de Sivas üzerinde oynanan oyunları çığırından çıkartacak boyutlara getirme gayretlerine de müsaade etmeyeceğimiz bilinmelidir.
Hz. Ali'miz
Alevisi, sünnisiyle hiçbir ayrım ve farklılık duymadan bütün kutsal değerlerimizle, vatanımız, bayrağımız, Kuran'ımız, cumhuriyetimiz ve demokrasimiz için el ele, gönül gönüle bir sevgi yumağı oluşturduğumuzu, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'miz, Mustafa Kemal'imiz, Aşık Veysel'imiz ortak paydalarımızla bir ve beraber olarak ebediyen dostluğumuz ve kardeşliğimizin temel unsurları olduğunun da bilinci ve inancı içinde her türlü provokasyonlara karşı bir ve beraber duracağımızı da bir kere daha dosta düşmana karşı yeniden ilan ediyoruz."
Haral açıklamasının sonunda bir ulusal gazetede (Zaman) yer alan Madımak Oteli'nin tam karşısında bulunan Alperen Ocakları bürosunun penceresine Muhsin Yazıcıoğlu posterinin asıldığı iddiasının yanlış olduğunu söyleyerek, "Haberi kınıyoruz" dedi.
Şehitler ölmez
2 Temmuz 1993'te meydana gelen Sivas olaylarının yıldönümü nedeniyle dün düzenlenen anma etkinlikleri sırasında Madımak Oteli yakınındaki bir dükkanın camından bir kişi Muhsin Yazıcıoğlu'nun posterini gösterip "Şehitler ölmez" diye slogan atmış, kalabalıktan da bu kişiye su şişeleri, çakmaklar atılmıştı. Anma törenine katılanlardan birinin taşıdığı "Gülerek yaktın donarak öldün" pankartı da dikkat çekmişti.
Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'nda düzenlenen haftalık basın bilgilendirme toplantısında gazetecilerden soru alınmazken, bilgilendirme toplantılarının 1 ay boyunca ertelendiği açıklandı.
Ağustos'a kadar konuşmayacak
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, haftalık basın bilgilendirme toplantılarına Ağustos ayı başına kadar ara verildiğini açıkladı.
Gazetecilerden soru alınmadı
Önceki toplantılarda Gürak'ın açıklamalarının ardından, basın mensuplarının soruları alınıyor ve toplantı soru-cevap şeklinde sona eriyordu. Fakat bu haftaki basın bilgilendirme toplantısında gazetecilerden soru alınmadı.
Yeni Şafak gazetesinde Taha Kıvanç mahlasıyla yazan Fehmi Koru, dünkü MGK'dan sonra telaşlanan laiklerin yüreğine su serpti. Ulusalcılar korkmayın Başbuğ paşa sizden daha laik diyen Koru, yaşadığı bir ayrıntıya köşesinde yer verdi
Başbuğ 'lâiklik' konusunda farklı düşünmeyen biri
Dünkü Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısından bekledikleri türde bir sonuç çıkmadığı ve askerleri biraz daha kışlaya yakın tuttuğu için Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a kızıp türlü çeşitli 'teoriler' üretecekleri şimdiden uyarayım: Org. Başbuğ 'lâiklik' konusunda kesinlikle kendilerinden farklı düşünmeyen biri...
Org. Özkök için neler söyleyecekler
Siz bilmeyebilirsiniz, ancak bugün kendilerini 'başkalarından daha lâik' gören kesimler arasında Org. Hilmi Özkök ile ilgili olur olmaz 'komplo teorileri' dolaşıp duruyor. Belki ben yapsam sonuç alamam, ama sizlere tavsiye ederim: O tiplerin çokça bulunduğu ortamlarda konu doğal olarak “Ne olacak bu memleketin hali?” noktasına geldiğinde ismini ortaya atın bakalım Org. Özkök için neler söyleyecekler...
Onun için de olmadık tezviratlar yapmaya başlayacaklardır
Org. Yaşar Büyükanıt için bile son bir yıl içerisinde neler yazdılar, yazıyorlar, okumuyor musunuz? Şimdi sıra Org. İlker Başbuğ'da; başında bulunduğu kurumu anayasa ve yasalar çerçevesi içinde tutmaya, siyasilerle ilişkileri germemeye, ülke çıkarlarının gerektirdiği poziyonları almaya özel çaba gösterdiğinden, yakında onun için de olmadık tezviratlar yapmaya başlayacaklardır. 'Darbe' gölgesini sivil siyaset üzerinden uzaklaştıran her asker, tezviratçılar için, her türlü tepkiye lâyık... Oysa, 'lâiklik' anlayışı bakımından Org. Başbuğ'un DNA'sı bu tepkileri hak etmekten hayli uzak...
Başbuğ 1. Ordu Komutanı'yken başörtülüyle aynı masaya..
Geçen hafta sonu katıldığım bir davette olayın yakın tanığından dinledim. Org. İlker Başbuğ'un 1. Ordu Komutanı sıfatını taşıdığı İstanbul günlerinde olmuş bu olay. Görevi çalıştığı kurum adına davetlere katılmak olan birini, bir profesörü, başörtülü eşiyle gittiği yemekli davette, tanığımızın da yer aldığı protokol masasına oturtmuşlar. Gerisini o masada oturan tanıdığımın ağzından anlatayım:
Başbuğ o masaya oturmadı
“1. Ordu Komutanı Org. Başbuğ da eşiyle birlikte gelmişti ve aynı masaya yönlendirildi. Eşi gayr-ı ihtiyari oturdu masaya, ama İlker Paşa ayakta kalmayı nedense sürdürdü, bu arada etraftan yardım beklediği anlaşılıyordu... Eşi de kalktı ve ikisi bir süreliğine görünmez oldular. O sırada protokolden birisi gelip profesörün kulağına, 'Kusura bakmayın efendim, sizi yanlış masaya oturtmuşuz...' dedi.”
Profesör ve eşi kalktı, Başbuğ oturdu
Profesör durumu anlamış olmalı ki, fazla ses çıkarmadan protokolcuyu izlemiş... Tanıdığım ekledi: “Profesör ve eşi masayı terk ettikten kısa süre sonra İlker Paşa eşiyle birlikte geri döndü ve sanki salona yeni girmiş gibi gelip masaya oturdu.”

Türkiye, dün 28 Şubat öncesini andıran bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısına tanık oldu. Ankara'da toplantı yapılırken İstanbul'da Ergenekon soruşturması kapsamında 9 Albay'ın ifade vermesi, gündemi oldukça ısındırdı. Ahmet Hakan Hürriyet'teki yazısında, "28 Şubat provası" olarak görülen dünki MGK toplantısına yer verdi. Hakan'a göre bu toplantı 28 Şubat'la benzeşmiyor. Çünkü dönemin Başbakanı Erbakan'ın aksine Erdoğan, toplantı öncesinde kendinden oldukça emin görünüyordu..
MGK, Erdoğan'ı neden terletemez
Bazıları dünkü Milli Güvenlik Kurulu toplantısını, 28 Şubat'taki
Milli Güvenlik Kurulu toplantısına benzetiyorlar.
28 Şubat MGK'sı denilince, aklımıza Erbakan'ın boncuk boncuk terlemesi gelmiyor mu? O zaman soruyu soralım: Acaba Tayyip Erdoğan da tıpkı Erbakan gibi terlemiş midir? Cevap: Terlememiştir... Şu 7 nedenden dolayı:
BİR: Milli Güvenlik Kurulu toplantısının yapıldığı salondaki hararet ne kadar yüksek olursa olsun, tek başına iktidar olmanın mutlak serinletici bir etkisi vardır.
İKİ: Askerin elini belindeki silaha atma ihtimali ile vücudun ter yapma ihtimali arasında doğrudan bir ilişki vardır.
ÜÇ: Erbakan'ın yaşı ve kilosu ile Erdoğan'ın yaşı ve kilosu arasındaki fark, ikisi arasındaki terleme farkına işaret eder.
DÖRT: Terlemede Amerikan etkisi mühimdir: Erbakan zamanında Amerika, tarafsızdı. Erdoğan zamanında ise Amerika, Türkiye için “bölgenin süper gücü” diyor.
BEŞ: Dikkat! Süleyman Demirel'in yangına körükle gitme durumu ile Abdullah Gül'ün buz gibi serinletici etkisi arasındaki farkı es geçmemek gerekir.
ALTI: Yenilenen MGK salonundaki klimalar, yaz nezlesine yol açacak denli iyi çalışmaktadır.
YEDİ: Kozların tümü sivillerin eline geçince, ter atma sırası da askere gelir...
Unutmayalım: Öfke de bir terleme nedenidir.
Gazeteci Emin Çölaşan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın aleyhine açtığı tazminat davasından "düşünce özgürlüğü" sayesinde kurtuldu.
ART televizyon kanalında gazeteci Mustafa Balbay ile yaptığı programda, Başbakan'ın "Davos çıkışı" üzerine 'Kimsin sen lan' dediği gerekçesiyle Çölaşan hakkında açılan 10 bin liralık dava dün, Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde bugün görüşüldü.
DAVANIN KABULÜNÜ İSTEDİ
Duruşmaya, Erdoğan'ın avukatı Muammer Cemaloğlu ile Çölaşan'ın avukatı Serhan Özdemir katıldı. Erdoğan'ın avukatı Cemaloğlu, Çölaşan'ın, davaya konu sözleriyle eleştiri sınırlarını aştığını ifade ederek, ''Burada verilecek karar, siyaset ve siyasetçiler için önemli olacak. Bu da dikkate alınarak, davanın kabulünü istiyoruz'' dedi.
Mahkeme, Çölaşan'ın sarfettiği 'Sen kimsin lan' sözlerini 'eleştiri sınırları içinde' değerlendirerek, Erdoğan'ın açtığı davayı reddetti.

Erdoğan'ın, "Emniyet teşkilatımız genel anlamda rejimin sarsılmaz güvencesidir" sözleri hem Özal'ın başbakanlığı döneminde sarf ettiği, "Darbeleri önlemek istiyorsanız polis teşkilatını güçlendirmelisiniz" çıkışını hatırlattı hem de hukukçu ve siyasileri böldü. Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'te, Başbakan Erdoğan'ın tartışma yaratan sözlerini değerlendirdiği yazısında Başbakan "Erdoğan iktidar koltuğundan kalktığında yine aynı şeyi düşünecek mi" diyor.
Ömrüm yeterse Erdoğan'a soracağım
EĞER ömrüm yeterse, Eğer o gün hálá gazetecilik yapabiliyor durumdaysam; İktidar koltuğundan kalktığı gün Başbakan Erdoğan'a soracağım soru şu olurdu: "Bugün de 'Türkiye'de demokratik rejimin teminatı polistir' diyor musunuz..."Ama bu soruyu sormadan önce, konuya açıklık getirmek lazım. Pazar sabahı Ankara Temsilcimiz Enis Berberoğlu ile Başbakan'ın bu cümlesini uzun uzun tartıştık.
Başbakan'ın bu cümlesi beni şaşırttı
Ankara temsilcileri haklı olarak, iktidarla ilgili konularda çok temkinlidir. Ben, "Başbakan'ın bu cümlesi beni şaşırttı" dediğim zaman, o "Bu cümleyi hangi kontekste söylemiş, ona iyi bakmak gerekir" cevabını verdi. Hangi kontekste ve nerede söylemiş?"Bu konuşmayı, polisin kongre merkezinin açılışında söyledi. Orada onların gururunu okşayacak bir şeyler söylemek istemiş olabilir" dedi.Bir siyasetçi için bunlar anlaşılabilir şeylerdir. Ama o zaman Özal'ın, "Anayasa bir kere delinse ne olur" cümlesine de aynı hafifletici nedenlerle bakmak gerekmez miydi?
Rejimin teminatı" ağır bir misyondur
Ben, bu cümle üzerinde biraz durmamız gerektiği kanaatindeyim. Soru şu: Elinde silah bulunduran bir kurumu, "rejimin teminatı" olarak görmek doğru mudur? "Evet" diyorsak, elinde silah bulunduran askerin, kendini "rejimin teminatı" olarak görmesine neden itiraz ediyoruz? Üstelik elinde iyi kötü bir İç Hizmetler Kanunu var. Üstelik, kamuoyu anketlerinde yıllardır hep açık ara halkın gözündeki en güvenilir müessese olarak çıkıyor."Rejimin teminatı" ağır bir misyondur ve taşınması çok zordur.
O nedenle, bu payenin verileceği kurumlar üzerinde ciddi bir mutabakatın oluşması gerekir.
Polisin misyonu konusunda mutabakatımız var mı
Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak soralım. Askerin "rejimin teminatı olması" konusunda bir toplumsal mutabakatımız var mı? Yok...Peki polisin bu misyonu konusunda bir mutabakatımız var mı? Ergenekon'la ilgili tartışmalara bir bakın. Böyle bir mutabakatın bulunduğunu söylemek için ya çok önyargılı, kesin inançlı veya saf olmak gerekir.
Ayrıca bu kurumların uluslararası siciline bakmak da, rejimin ne kadar teminatı olabilecekleri konusunda fikir verebilir.
Öyleyse, rejimin müdafiileri kimdir
İkinci soru: Korumaya çalıştığımız rejim nedir? Anayasa'da belirtilen temel ilkelerden oluşan bir mutabakat değil mi? Bunun en önemli unsurlarından biri İnsan Hakları. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Türkiye'den yapılan ihlal başvurularına bir bakın. Rejimin iki "müdafiinin" sicilleri arasında ne fark var?Öyleyse, rejimin müdafiileri kimdir? Elbette Silahlı Kuvvetler'in ve polisin ülkenin güvenliği, iç huzuru ve kanunların uygulatılması bakımından çok hayati görevleri var. Ama bu, onların "misyonu" değil, görevidir. Rejimi koruma misyonu, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Onu oluşturan bütün siyasi partilerindir. Ama bu partilerden herhangi birinin "özel misyonu" da değildir. Onların birlikte var olmaları rejimin teminatıdır.
Elbette yargı, rejimin teminatıdır. Ve tabii ki, rejimi koruma görevi, çoğulcu demokratik sistemin denetleyici kurumlarınındır. En başta "bağımsız medyanın" Burada da sadece bir gazeteden, bir medya grubundan söz etmiyorum. Bunların bir arada ve özgürce çalışabilmesinden söz ediyorum. Onlar şu veya bu fikri savunabilirler. İktidar yanlısı veya muhalif olabilirler.
Rejimin en önemli müdafii
Rejimi koruyan onların özel misyonları değil, bir arada var olabilmesi, "cohabitation"udur.Onlar üzerindeki siyasi, mali baskıları önleyecek mekanizmalardır.Yoksa genel müdürü her gelen iktidar tarafından değiştirilebilecek bir kurumu "rejimin en önemli müdafii" olarak görmek yanlıştır."Devrim muhafızı" ile "rejim müdafii" arasındaki fark, totaliter rejimle, demokratik rejim arasındaki farkı tayin eder.
Nezaket sözcükleri olarak yorumlamak istiyorum
Öyle bakarsanız, vergi memurlarını da rejimin müdafii olarak görebilirsiniz.O nedenle ben de bu sözleri, "polisin fedakárlıklarını ödüllendirmek" üzere kullanılmış, nezaket sözcükleri olarak yorumlamak istiyorum.
Erdoğan'ın, "Emniyet teşkilatımız genel anlamda rejimin sarsılmaz güvencesidir" sözleri hem Özal'ın başbakanlığı döneminde sarf ettiği, "Darbeleri önlemek istiyorsanız polis teşkilatını güçlendirmelisiniz" çıkışını hatırlattı hem de hukukçu ve siyasileri böldü.
KARŞI ÇIKANLAR
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Polis Eğitim ve Kongre Merkezi'nin açılışında sarfettiği "Emniyet teşkilatımız hem demokrasinin, hem hukuk sisteminin hem de daha genel anlamda rejimin sarsılmaz bir güvencesi, adeta bir sigortasıdır" sözleri, yeni bir tartışma başlattı.
Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal da, Başbakanlığı döneminde, "Darbeleri önlemek istiyorsanız polis teşkilatını güçlendirmelisiniz" demiş ve kendilerinin de bunu yaptığını söylemişti. Erdoğan'ın çıkışı, zihinlerde Özal'ın yorumunu canlandırdı. Erdoğan'ın değerlendirmesi konusunda, Türkiye'nin önemli bazı hukukçu ve siyasilerinin görüşleri şöyle:
Rejimin değil huzurun sigortası
Sabih Kanadoğlu (Yargıtay Onursal Başsavcısı): "Rejimin güvencesi Emniyet'tir demek doğru bir tanımlama olmaz. Evet, güvenlik, huzur, mal varlığı, canına kadar bunlar için güvencedir. Ama rejim dediğiniz zaman olay yön değiştirir. Aslında rejimin güvencesi her şeyden önce diğer organlardır. Aynı organların emrinde olan, yürütmenin emrindeki bir emniyeti, güvenlik güçlerini rejimin güvencesi olarak tanıyorsanız, yargıyı bir tarafa bırakıyorsunuz, Silahlı Kuvvetleri de dışarıda bırakıyorsunuz. O zaman yorumlama zorluğu var. 'Polis huzurun güvencesidir' denirse, hepimiz iştirak ederiz. Ama rejimi yürütmenin emrine verirsek güvence altına girmez, güvencesiz duruma gelir."
Ali Rıza Öztürk (CHP Mersin Milletvekili): "Güvenlik güçleri yürütmeye bağlıdır. Demokrasinin, rejimin güvencesi yargıdır. Polis ne kadar anayasal bir kurumsa Türk Silahlı Kuvvetleri de öyledir. Yürütmeye bağlı kurumlardan birini sistemin güvencesi, sigortası görmek doğru değil. Anayasal tüm kurum ve kurallar sistemin güvencesidir. Bir bütün olarak yasama, yürütme ve yargıdır. Hukuk devleti ilkesinin egemen olduğu yönetimlerde asıl olan yargıdır. Bana göre yargı, kuvvetler ayrılığı ilkesinde bir adım önde, eşitler arasında birincidir. Başbakan'ın sözleri demokrasi açısından kıt bir anlayıştır."
Kanunla verilmiş yetki değil
Ahmet Ersin (CHP İzmir Milletvekili): "Anayasal veya yasal temeli yok; Başbakan'ın kişisel bir yorumu. Hukuken demokrasinin temeli yasama, yürütme ve yargıdır. Bunun dışında demokrasiyi koruyup kollayan veya demokrasiye temel olan başka bir kurum yok. Emniyet, İçişleri Bakanlığı'na bağlı bir kurum ve siyasi yönlendirmelere de çok açık. İktidardaki partiye hizmet etme eğiliminde olan bir kurum. Çünkü genel müdürünü ve yöneticilerini iktidar atar. Kanunla verilmemiş yetkiyi böyle tanımlamak uygun değil. Kaldı ki bugünkü durumda emniyetteki cemaat kadrolaşması Başbakan'ın söyleminin tersini gösteriyor."
'Bu aklından geçen'
Behiç Çelik (MHP Mersin Milletvekili): "Sayın Başbakan, emrindeki kurumların görev ve yetkisiyle ilgili yeterli bilgiye sahip değil. Sık sık pot kırıyor. Bu da kurumlar arası çatışmaya zemin hazırlayabiliyor.Emniyete böyle bir görev tanımlaması aslında aklından geçen bir düşünceden ibarettir. Emniyet Teşkilatı Kanunu'nda rejimi korumakla alakalı herhangi bir hüküm geçmez. Böyle hareket etmek milli güvenlikle ilgili kurumların kıskançlığına yol açar. Polise rejimle ilgili olmayan bir görev yıkmaya çalışırsanız, o zaman devletin temelleri sarsılır. Emniyet teşkilatımıza da yazık edersiniz. Umuyorum ki, emniyetin değerli yöneticileri bu tür misyon yüklemelere kendilerini kapatır ve yasalarda çizilen çerçevede dururlar."
DESTEKLEYENLER
Polisin başarısı rejimi de korur
Saffet Arıkan Bedük (Eski Emniyet Genel Müdürü): "Ülke içinde huzur ve güvenin temin edilmesi, milletin hak ve menfaatlerinin korunması ve demokrasinin işler hale gelmesinde tabii ki polisin başarısı fevkalade etkili olmaktadır. Böylece ülkede herhangi bir açılıma, yeni rejim arayışına da imkan kalmayacaktır. Emniyet teşkilatı iç huzuru temin etmekte başarısız olursa orada demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Başbakan'ın konuşmasını bu bağlamda değerlendiriyorum, Silahlı Kuvvetler'le karşı karşıya getirme anlamında yorumlamıyorum."
Anayasal tüm kurumlar sistemin güvencesidir
Hikmet Sami Türk (Eski Adalet Bakanı): "Gerek Türk Silahlı Kuvvetleri, gerek Emniyet hakkında böyle ifade kullanılması normaldir. Hepimizin can güvenliği, mal güvenliği bir bakıma güvenlik güçlerince sigortalanmıştır. Bunun Anayasa'da yazılı olması gerekmez. Yürütmenin görevlerinden biri de asayişi, güvenliği sağlamaktır. O aynı zamanda teşkilatı onurlandırıcı bir ifadedir. Bu bağlamda söylediyse gayet doğru."
İstihbaratçı demeciyle başladı
Dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın da dahil olduğu, 'polisin darbe sigortası' olmasıyla ilgili tartışma 11 yıl önce dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu'nun sözleriyle gündeme gelmişti. "Post-modern darbe" olarak adlandırılan 28 Şubat döneminde bazı operasyonlarıyla askerlerin hedefi olan Orakoğlu, "Asker Türkiye'de artık darbe yapamaz, 167 bin polis ve 7 bin özel tim görevlisi var, askerin polisi de yanına alması gerekir" demişti. Bu sözler önce isim verilmeden Emniyet'ten üst düzey bir istihbaratçıya atfen yazıldı. Tartışmalar büyüyünce bu sözlerin Orakoğlu'na ait olduğu açıklandı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın vatani görevini yapmak için 3 Temmuz'a kadar Burdur 58. Piyade Eğitim Alayı'na teslim olacağı bildirildi. Haberin duyulmasının ardından gazeteciler eğitim alayı önünde nöbete başladı.
Gazeteciler Bilal Erdoğan'ın birliğe girişini görüntülemek için alay önünde beklerken alaydan çıkan yetkililer ise kendilerinin Erdoğan'ın ne zaman teslim olacağıyla ilgili bilgilerinin olmadığını söylediler.
Bedelli askerlik yapacak
Bilal Erdoğan, Harward'daki üniversite eğitiminden sonra 2004 yılında Dünya Bankası'nda çalışmaya başladı. Halen eşi ve çocuğu ile birlikte burada yaşayan oğul Erdoğan bedelli askerlik yapacak.
Burak Erdoğan çürük raporu almıştı
Başbakan Erdoğan'ın büyük oğlu Ahmet Burak Erdoğan 2000 yılında Kasımpaşa Askeri Hastanesi'nden çürük raporu almış ve askere gitmemişti.
Daha bir hafta önce darbecileri yargılayın diye ortaya çıkan CHP yine Anayasa Mahkemesi'ne koştu.
Anayasa Mahkemesine gideriz
CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabilmesine imkan sağlayan yasayı Cumhurbaşkanının veto etmemesi halinde Anayasa Mahkemesine gideceklerini açıkladı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kemal Abisi'ydi... "Babalar gibi satarım." "Bana yamuk yapmayın", "Parayı veren düdüğü çalar" gibi kendine has üslubuyla yaptığı yorumlarla her zaman gündemde kaldı. Eşi Ahsen, çocukları Abdullah, Fatma ve Zeynep'le 59'uncu Hükümet'in en çok tartışılan ismi oldu.
Çocukları ilk kez soruldu
Eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın hükümet kadrosundan çıkarılalı yaklaşık bir ay oluyor. Bu süre içinde kamuoyu önüne pek çıkmayan Unakıtan, İstanbul Çamlıca'daki evinde 6.5 yılın yorgunluğunu çıkarıyor. Bu süreçte sadece "Hükümete küskün mü?" söylentilerine yanıt olsun diye bir kez Meclis'e giderek grup toplantısına katılan Unakıtan'a, ilk kez çocukları soruldu.
Başbakanla görüşüyor musunuz?
Televizyondan izliyorum, grup toplantılarına falan gidiyorum. O da çok yoğun tabi, Allah kolaylık versin.
Yeni Maliye Bakanımız için ne düşünüyorsunuz?
Kendisini anlamak için İngilizceyi geliştirmelisiniz!
Çocukların işleri nasıl?
Çocuklar büyüdü. İşlerine karışamıyorsunuz

Bunu derhal çözmek lazım
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, Türkiye'nin Cumhuriyet tarihi boyunca başarısız olduğu konulardan birinin yabancı dil eğitimi olduğunu söyleyerek, “Bunu derhal çözmemiz lazım. Kaç paramız giderse gitsin hiç önemli değil.
Başbakan: 'Ben de bilmiyorum ve çok utanıyorum'
Şimdi ben bu hususu Başbakanımıza da bahsettim. Oda dedi ki 'Hocam ne düşünüyorsan arkandayım. Ben de bilmiyorum ve çok utanıyorum. Bütün çocuklarım konuşuyor ben konuşamıyorum' dedi. Yani Başbakan'ın bile içini sızlatan bir konu yani” dedi.

Ankara Cumhuriyet Savcılığı, parti harcamalarında usulsüzlük yaptıkları gerekçesiyle CHP Eski Saymanı ve bazı partililer hakkında dava açtı.
Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin açtığı bu dava akıllara kayıp trilyon" davasında Necmettin Erbakan'a, imzası olmadığı halde, "Haberi vardır" gerekçesiyle siyasi yasak konulmasını getirdi. Şimdi aynı durum, hesaplarında usulsüzlük tespit edilen CHP'nin Genel Başkanı Baykal'a da uygulanacak mı?
Yargının daha önce verdiği karar, CHP liderinin de yargılanabileceğine işaret ediyor. Yargının kararına göre, genel başkan bütün faaliyetlerden olduğu gibi bu harcamadan da sorumludur. Bu yorumun Erbakan'a özgü olup olmadığını ise zaman gösterecek.
USULSÜZLÜKTEN DAVA AÇILDI
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesinin, CHP'nin hesaplarında usulsüzlük olduğu iddiasıyla yaptığı suç duyurusu üzerine başlattığı soruşturmada, partinin eski Saymanı Mahmut Yıldız, eski Muhasebe Müdürü Ertuğrul Kaya ve Muhasebe görevlisi Ersin Şenol hakkında dava açtı.
İddianamede, sanıkların, 'hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma', 'özel evrakta sahtecilik', 'parti defter ve kayıtlarının tutulmaması' suçlarından cezalandırılmaları talep edildi.
Davanın iddianamesinde, Anayasa Mahkemesi Başkanlığının, 7 Temmuz 2008 tarihli, 'Siyasi Parti Mali Denetimi' konulu, 'CHP'nin 1998, 2004, 2005 ve 2006 yıllarına ilişkin kesin hesaplarıyla ilgili' suç ihbarı üzerine, Basın Suçları Soruşturma Bürosunca soruşturma başlatıldığı hatırlatıldı.
İddianamede, CHP'nin 1998 yılı kesin hesaplarının incelenmesi sonucunda, 'resmi belge niteliğinde posta işletmesi alındıları üzerinde tahrifat-sahtecilik' suçuna ilişkin Anayasa Mahkemesince yapılan ihbara bağlı soruşturmanın, soruşturma evrakından ayrılarak yürütüldüğü ve 'dava zaman aşımının 27 Kasım 2006 tarihinde dolması' nedeniyle 'kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği' belirtildi.
Anayasa Mahkemesinin, CHP'nin 2004, 2005 ve 2006 yıllarına ait kesin hesap incelemelerine yer verilen iddianamede, '2004, 2005 ve 2006 yıllarına ilişkin, '2820 sayılı Yasa'nın 60. maddesine göre usulüne uygun kayıtların tutulmaması, yevmiye defterinin zamanında tasdik ettirilmemesi, defter-i kebire sayfa numarası verilmemesi ve hiç tasdik ettirilmemesi nedeniyle' Siyasi Partiler Yasası'nın 113. maddesine aykırılık eyleminden, ilgili dönemlerde CHP Genel Saymanı olarak görev yapan Mahmut Yıldız ile CHP Muhasebe Müdürü Ertuğrul Kaya'nın sorumlu olduğu' ileri sürüldü.
PARTİNİN ZARARA UĞRATILDIĞI İDDİASI
İddianamede, partinin zarara uğratılmasına neden olduğu iddia edilen eylemler şöyle sıralandı:
'31 Aralık 2004 gün ve 188 yevmiyeli numaralı mahsup fişinde gider yazılan 13 bin 387 TL 94 Krş'luk harcamaya ilişkin hiçbir belgenin bulunmaması, gider yazılan harcamalara ilişkin belgelerin 10 Ocak 2005 gün ve 4 yevmiye numaralı mahsup fişine eklenerek tekrar gider olarak yazılması ile 2004 yılı için 13 bin 387 TL ve 94 Krş'luk harcamanın belgesiz, gider olarak gösterilmesi;
980 TL 08 Krş tutarındaki gider belgelerinin fotokopileri kullanılarak mükerrer gider olarak yazılması suretiyle 980 TL 08 Krş'un belgeye dayandırılmaması;
Partinin satın aldığı otobüslerin bedellerinin ödenmemesine ilişkin düzenlenen 31 Aralık 2005 tarih ve 185 yevmiye numaralı mahsup fişi ve eklerinin incelenmesinde, otobüs alımıyla ilgili ÖTV'nin mükerrer olarak gider yazıldığı, mükerrer gider yazılan bin 787 TL 74 Krş'un ÖTV tutarının, Yasa'nın öngördüğü anlamda belgeye dayandırılmış olduğunun kabul edilememesi;
Bin 898 TL 64 Krş'un, seyahati gerçekleştiren kişilerde kalan nüshaları kullanılmak suretiyle mükerrer gider olarak gösterilmesi;
Yurt dışı seyahatleri ile ilgili, İtalya seyahatindeki taksi ücretlerine ilişkin düzenlenen iki belgede, havaalanı ücretine ilişkin düzenlenen belgede tahrifat yapılarak bin 132 TL 13 Krş'un fazladan gider yazılması.'
-SAV'IN DOSYASI AYRILDI-
'Siyasi partinin zarara uğratılması şeklindeki eylemlerden, CHP Muhasebe Servisinde çalışan Ersin Şenol, Muhasebe Müdürü Ertuğrul Kaya, söz konusu dönemde Genel Sayman olarak görev yapan Mahmut Yıldız ile Genel Sekreter Önder Sav'un sorumlu olduğu düşünülmüştür' denilen iddianamede, 'Sav hakkında, yasama dokunulmazlığına sahip olması nedeniyle soruşturma evrakı üzerinden işlem yapılmadığı, soruşturma evrakından bir örneğin milletvekili Önder Sav hakkında gereğinin takdir ve ifası için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Parlamenter Bürosuna gönderildiği' kaydedildi.
İddianamede, Yıldız, Kaya ve Şenol'un, savcılık sorgularında, üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmedikleri aktarıldı.
-İSTENEN CEZALAR-
İddianamede, 2004 yılı Genel Merkez giderlerine ilişkin olarak, Ersin Şenol, Ertuğrul Kaya ve Mahmut Yıldız'ın TCK'nın 155/2. maddesinde düzenlenen 'güveni kötüye kullanma' ve TCK'nın 43. maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları talep edildi.
Sanıkların, 2005 yılı Genel Merkez giderleriyle ilgili de TCK'nın 155/2. maddesi ile 'özel belgede sahtecilik' suçunu düzenleyen TCK'nın 207. maddesi ve TCK'nın 43. maddesine göre ayrı ayrı cezalandırılmaları istendi.
Davanın iddianamesinde, 2004, 2005 ve 2006 yıllarına ilişkin, '2820 sayılı Yasa'nın 60. maddesine göre usulüne uygun kayıtların tutulmaması, yevmiye defterinin zamanında tasdik ettirilmemesi, defter-i kebire sayfa numarası verilmemesi ve hiç tasdik ettirilmemesi nedeniyle' Yıldız ve Kaya'nın, TCK'nın 37. maddesinin yollamasıyla 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 113. maddesi uyarınca üç kez ayrı ayrı cezalandırılmaları talebinde bulunuldu.
Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesine sunulan iddianamenin kabul edildiği, sanıkların Eylül ayında yargılanmasına başlanacağı öğrenildi


Tiyatro ve sinema oyuncusu Ali Sürmeli, ''Ben çoğulculuktan yanayım. Anadolu Birleşik Devleti kuralım'' dedi.
Tiyatro ve sinema oyuncusu Ali Sürmeli İzmir'de düzenlenen 'Yürek Harmanı' adlı projenin tanıtım toplantısında “Artık tek vatan tek yürek tek bayrak gibi kavramları geçelim. Çünkü ben çoğulculuktan yanayım. Benim arabamın plakası bile 34 ABD ... Anadolu Birleşik Devleti kuralım” sözleri tartışma yarattı.
BUNDAN SONRA ESPRİYİ CEM YILMAZ YAPSIN
Toplantıyı bazı işadamları protesto edip terkederken Sürmeli daha sonra yanlış anlaşıldığını savundu, “Ben espri yaptım. Siyasetten hiç anlamam. Espri yaptım beni yanlış anladılar. Yanlış anlaşıldıysam özür dilerim. Bundan sonra espri yapmayacağım. Espriyi Cem Yılmaz yapsın” dedi.
TARTIŞILACAK SÖZLER
Daha sonra sahneye tanınmış tiyatro sanatçısı ve projenin yönetmenliğini üstlenen Ali Sürmeli çıktı. Ancak Sürmeli'nin “Artık tek vatan tek yürek tek bayrak gibi kavramları geçelim. Çünkü ben çoğulculuktan yanayım. Benim arabamın plakası bile 34 ABD .. İstanbul da polis beni çevirip 'Bu ne plaka diye sorduğunda' verdiğim cevap Anadolu Birleşik Devletleri'nin plakası oldu. ABD kurucularının ise 13'üncü temsilcisiyim. Anadolu Birleşik Devleti kuralım. Biz Osmanlı torunlarıyız. Padişah torunlarıyız. Büyük düşünmeliyiz. Şu Osmanlının torunları biraz daha ufuklara doğru baksa ve biraz daha kucaklayıcı olsa daha mutlu olurum” sözleri salonda buz gibi hava estirdi.
DAVETLİLERDEN TEPKİ
İzmir Ticaret Odası Meclis Başkanı Necip Kalkan, Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar ile birçok davetli tepki gösterip salonu terk ettiler.
'ESPRİ YAPTIM'
Olayın yatışmasının ardından Ali Sürmeli yanlış anlaşıldığını öne sürdü, “Ben espri yaptım. Siyasetten hiç anlamam. Espri yaptım beni yanlış anladılar. Amerika Birleşik Devletleri dünyaya hükmediyor ya ben de politikadan anlamadığım için Anadolu Birleşik Devleti kavramını doğru anlatamadım. Politikadan anlamadığım ortada. Politik adamlar 'Bu ne biçim kouşma ya' diyip çıktılar. Halbuki 'bu geceyi düzenleyen Anadolu Birleşik Derneği oluyor. Anadolu Birleşik Devleti olsa daha iyi olur' demek istedim. Daha büyük devletler topluluğu oluruz anlamında anlatmaya çalıştım. Ama başka bir şey anladılar galiba. Biz birleştirmeye çalışıyoruz. Yanlış anlaşıldıysam özür dilerim. Birleşik olsun da ne olursa olsun mantığındayım. Çünkü tek tek devletler birleşince daha güçlü olur. Ben espri yapmaya çalıştım ama bundan sonra yapmayacağım. Espriyi Cem Yılmaz yapsın”

Mustafa Balbay'ın ortaya çıkan günlüklerinin ardından Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne'den ulusalcıları ayağa kaldıracak bir öneri geldi. Eski Ülkücü - Özalcı - Çillerci - şimdinin AKP'li yazarının bugünkü yazısı daha uzun süre tartışılacak gibi görünüyor.
BU ÜLKENİN GÜVENLİĞİ ORDU İLE SAĞLANMAZ
Mustafa Balbay'ın günlükleri doğru ise çareler arasında bu tedbir de var. Bildiklerimizi, inandıklarımızı yeniden düşünmeli, vazgeçilmez gördüklerimizi köklü bir eleştiri süzgecinden geçirmeliyiz. Çünkü bu terazi bu sıkleti çekmez. Bu ülkenin güvenliği, o günlüklerde resmedilen ordu ile sağlanamaz. Ortaya çıkan rezalet, tek tek kişilerin eseri değil. Karşımızda sıradağlar gibi kurumsal zaaflar duruyor. Devletin, milletin çıkarları tehdit altında. Bu tehditlerin kaynağında ise Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal zaafları var. Sıralayalım:
BUYRUN SİZE KURUMSAL ZAAF
Birincisi: Ordunun hiyerarşisini altüst eden Genelkurmay başkanları ile kuvvet komutanları ve diğer yüksek rütbeliler arasındaki görüş ayrılıkları kurumsal bir nitelik taşıyor. En tepedekinin görüşü, sistematik olarak diğerlerinden farklılık gösteriyor. Bu farklılığın kişisel özelliklerden değil, konumlardan kaynaklandığı anlaşılıyor. Emekliliği yaklaşan kuvvet komutanı siyasetin peşinde. Ordunun sorumluluğunu bütünüyle taşıyan Genelkurmay başkanları ise hukukun ve demokrasinin ülke güvenliğine sağladığı katkının farkında. Buyurun size bir kurumsal zaaf.
ORDUNUN ASLİ GÖREVİNİ İFA ETMESİ İMKANSIZ
İkincisi: Yüksek komuta kademesinin makam odaları, siyasî parti genel merkezleri kadar gündelik siyasetin kotarıldığı mekânlara dönüşmüş. Gündelik siyasetle bu kadar meşgul bir ordunun, teknik olarak aslî görevini ifa etmesi imkânsız. Seçim sonuçlarını beğenmeyen bir kuvvet komutanının "Bu seçim sonuçlarına millet iradesi diyemiyorum, bu ümmet iradesi..." lafının üzerine bir de makam kotardığı siyasî tasarruflar ekleniyorsa, ordunun gücü, o ülkeyi kaba gücün egemen olduğu ilkel bir topluma dönüştürür. Askerlere siyaset yasağı getirilmesinin arkasında, güvenlik amacıyla oluşturulan silahlı gücün, yani ordu mensuplarının elindeki silahları, siyasî eğilimleri doğrultusunda kullanmalarını engelleme çabası vardır. Siyasî parti merkezleri gibi iş gören karargâhlar, kendileri de dahil olmak üzere hiçbir şeyi savunamazlar. Öyleyse, karşımızda apaçık duran ve demokrasi ile doku uyuşmazlığına işaret eden kurumsal zaafı gidermek zorundayız.
SİYASETE DALAN ORDU ÜLKE ÇIKARLARINI KORUYAMAZ
Üçüncüsü: Bir siyasî parti kadar gündelik siyasete dalan bir ordu ile o ülkenin çıkarları korunamaz. Halka hesap veren demokratik iktidarlar, millî davalarda askerî yönetimlere göre daha dikkatli ve sorumludur. Sadece silaha dayanan askerî yönetimler, uluslararası alanda destek bulmak için millî çıkarları peşkeş çekerler. 12 Eylül yönetiminin kabul ettiği meşhur Rogers Planı, buna örnektir. Balbay'ın günlüklerinde insanı dehşete düşüren bir ayrıntı var. Kuvvet komutanı, hükümetin zor duruma düşmesi için "Kıbrıs'ın altında kalması"ndan bahsediyor. "Hükümetin Kıbrıs'ın altında kalması", Türkiye'nin bu millî davada "büyük bir kayba uğraması" anlamına geliyor. Şerefli askerlerin bu söz üzerine, şapkalarını önlerine koyup derin derin düşünmeleri lâzım. Artık, Halaskâr Zabitan subaylarının Balkan Savaşları sırasında söyledikleri "Edirne'yi Enver geri alacaksa, bırakalım Bulgarlarda kalsın" sözünden yola çıkarak, askerin siyasetle uğraşmasının nelere mal olacağını anlatmak yerine, bu günlükleri Harp Okulu öğrencilerine okutmak yeterli. Belki böylelikle yeni bir kurumsal anlayış gelişebilir.
ORDUNUN DÜNYAYI ANLAMASINDA SORUNLAR VAR
Dördüncüsü: Bu günlüklere yansıdığı kadarıyla, yüksek komuta kademesinin dünyayı anlama ve yorumlama kapasiteleri ve entelektüel yeteneklerinde çok esaslı sorunlar var. Dünyayı ve Türkiye'yi çok eksik bir donanımla takip ediyorlar ve yanlış sonuçlar çıkartıyorlar. Bu durum da ordunun sevk ve idaresinde kurumsal bir zaafa işaret ediyor. Çağın şartları dikkate alınarak, entelektüel donanımı daha yüksek bir komuta sınıfı oluşturacak bir terfi ve atama sistemine geçilmesi gerekiyor.
ORDUNUN DENETİM SORUNU VAR
Beşincisi: Ordumuzda esaslı bir demokratik denetim sorunu var. Bu durum da kurumsal bir zaaf, ama bu zaafın giderilmesi demokratik kurumların sorumluluğunda.
MONDROS'TA DA LAĞVETTİK
Sonuç? Mondros'ta ordumuzu lağvettik. Sonra Erzurum'da yenisini kurduk. Elbette bugün ordumuzu kapatmamız gerekmiyor. Ama, ordumuzun kurumsal zaaflarının sebeplerine inilerek, kapsamlı çabalarla giderilmesi gerekiyor. Devletimizin, dolayısıyla ordumuzun itibarını başka türlü koruyamayız.
Diyarbakır'da terör örgütü PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'ın yakalanışının yıldönümü nedeniyle basın açıklaması yapmak isteyen grup olay çıkardı. Çıkan olaylarda bir çok kişi yaralandı.
DTP İl binası önünde toplanan bir grup yasadışı slogan attı. Basın açıklaması yapmak isteyen grup polise taşla saldırdı. Gruba müdahale eden polisler ile göstericiler arasında çatışma yaşandı. Gözyaşartıcı ve gaz bombası kullanan polis ekipleri gruplara panzerlerle müdahale etti. Çıkan olaylarda bir çok kişi yaralandı.
BAYDEMİR GAZDAN ETKİLENDİ
DTP'li bir grubun Öcalan'ın yakalanma yıldönümünü bahane ederek basın açıklaması yapmak istemesi ile başlayan olaylar tüm kente yayıldı.
Kentin çeşitli bölgelerinde yolları kapatıp ateş yakan guruplara polis müdahale ettti. Olayların en yoğun olarak yaşandığı DTP il binasının bulunduğu bölgede polis geniş güvenlik önlemleri aldı. DTP il binası önünde ve çevrede biriken eylemciler ve polis arasında sık sık çatışmalar yaşanırken Çevik Kuvvet göstericilere panzerler, gaz bombaları ve tazyikli su ile müdahale etti. Polisin müdahalesinin ardından bir çok eylemci yaralanırken, yaralanan eylemcilere yardım etmeye çalışan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de atılan gaz bombalarından etkilendi. Olaylardan etkilenen Baydemir'in kollarına giren korumaları ve partililer Baydemir'i DTP il binasına götürdü.
VALİLİKTEN 'ORANTILI GÜÇ' AÇIKLAMASI
Diyarbakır Valiliği, DTP'nin basın açıklaması sonrası çıkan olaylarla ilgili açıklamalarda bulundu.
Diyarbakır Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, "15.02.2009 günü saat 13.00 sıralarında DTP İl Binası önünde toplanan ve yasadışı yürüyüş yapmak isteyen gruba yapmak istedikleri basın duyurusunu bulundukları yerde yapmaları yönünde uyarıda bulunulmuş, yürüyüş yapmaları halinde bunun kanunsuz eyleme dönüşeceği belirtilmiştir. Alınan duyumlar; kanunsuz yürüyüş ile birlikte, grupların olayları yayarak şehrin huzur ve asayişini olumsuz yönde etkileneceğini göstermiş, Diyarbakır halkının huzur ve esenliği için yasa dışılığa izin verilmemiştir. Emniyet yetkililerimizce yapılan ikna edici temaslara rağmen, ısrarlı ve katı tutum içerisinde bulunan grup içerisinden, emniyet güçlerimize karşı taşlı saldırılar vukuu bulmuş, bunun üzerine saldırılarını sürdüren ve gerek emniyet güçlerimiz, gerekse halkımızın güvenliğini tehlikeye düşüren gruplara yasal müdahalede bulunulmuştur. Emniyet güçlerimiz müdahale esnasında soğukkanlı, halkın güvenliğini ön planda tutan ve sadece yasa dışı gösteri ve saldırılarda bulanan gruplara müdahalede bulunmuş, orantılı güç kullanımı konusunda disiplinli ve özenli bir tutum sergilemiştir. Olaylar şehrin belli bir bölgesinde kısa süre içerisinde kontrol altına alınmış, şehrin genelinde günlük normal yaşam devam etmiştir. Atılan taşlardan 8 güvenlik görevlisi hafif surette ve 7 gösterici çeşitli yerlerinden yaralanmıştır" denildi.
ÇOCUKLAR BU BİR OYUN DEĞİLDİR
Diyarbakır'da PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanma yıldönümü nedeniyle çıkan olaylar yer yer devam ederken, kalabalığın yoğun olduğu yerlerde polis panzerlerinden "Çocuklar bu bir oyun değildir, oyun böyle oynanmaz" şeklinde anonslar yapıldı.
"İKİ GÖZÜM BU ÜLKE İKİ SLOGANLA YIKILMAZ"
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DTP'nin yapacağı basın açıklamasına izin almak için emniyet müdür yardımcıları ile ilginç bir diyaloga girdi. Büyükşehir Belediye Başkanı Baydemir, emniyet müdür yardımcısına gülerek "İki gözüm" dedi.
DTP, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanışının 10. yıldönümü nedeniyle basın açıklaması yapmak istedi. Bunun üzerine emniyet güçleri ile diyaloga geçen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk'un basın açıklamasının yapılması için emniyet müdür yardımcılarından izin istedi. Emniyet yetkilileri pankartların indirilmesi durumunda basın açıklamasının yapılmasına izin vereceklerini söyledi. Bu cevabı alan Baydemir gülerek karşıladı. Bunun üzerine Emniyet Müdür Yardımcısı Celil Taşkın, "Başkan neden gülüyorsun" dedi. Baydemir ise gülerek, "İki gözüm bu ülke iki sloganla yıkılmaz" cevabını verdi.
VALİ İZİN VERMEDİ
Basın açıklaması yapılması için izin alamayan Baydemir, Vali Hüseyin Avni Mutlu'yu cepten arayarak, "Pankartların hepsini indireceğiz. Ben bu konuda inisiyatif alacağım. Yolun bir şeridi bize lazım. Nizam vermeye çalışacağız. Aksi takdirde benim diyebileceğim bir şey yok. Batman'da yaşananlar burada yaşanmasın. Diyarbakır'da da bu olaylar olmasın" dedi.
Vali, açıklama yapılmasına izin vermedi.
MHP lideri Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Çin seyahatinde DTP'li Selahattin Demirtaş ile karşılıklı göbek attığı haberleri ile gündeme gelen MHP Manisa Milletvekili Ahmet Orhan'a sahip çıktı.
Bahçeli: Sırtını mı dönecektin
Bahçeli, Çin seyahatine ilişkin bilgi vermek üzere kendisini ziyaret eden Orhan'a, “DTP'liler de bu ülkede yaşayan insanlar. Sırtını mı dönecektin? İyi yapmışsın. Moralini bozma” sözleriyle destek verdi.
Biran karşı karşıya gelmiş olabiliriz
Çin'in Türk nüfusunun yoğun olarak bulunduğu Urumçi bölgesinde verilen yemekte yaşanan olayın medya tarafından saptırıldığını anlatan Orhan, şöyle konuştu: “Yemekte Türk ve Uygur müziklerinin çalındığı bölümde, Çinli yetkililer Cumhurbaşkanı Gül'ü piste davet etti. Cumhurbaşkanımız bu talebi gülümseyerek nazikçe geri çevirdi. Ancak salonda bulunan milletvekillerinden piste çıkmalarını rica etti. Bende Cumhurbaşkanımızın bu isteğini yerine getirdim. DTP'li Demirtaş ile aramızda en az 25 metre mesafe vardı. Müziğe eşlik ederken biran karşı karşıya gelmiş olabiliriz. Medya olayı tamamen saptırdı. Genel Başkanımıza orada yaşananları anlattım. Bana eleştirilere kulak asmamı ve moralimi bozmamı tavsiye etti” dedi.
Bu görüntüler kardeşlik ortamını pekiştirecek
Orhan, DTP'li Demirtaş ile karşılıklı oynarken gösteren görüntülerin Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi tarafından televizyon ve haber ajanslarına servis edildiğini söyledi. Demirtaş ile karşılıklı oynama görüntülerinin kayıt edildiğini fark ettiğinde, bu duruma tepki gösteren Orhan'ı, Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Ahmet Sever'in sakinleştirdiği öğrenildi. Sever'in, görüntülerin yanlış anlaşılmalara sebep olacağından endişe eden vekillere, “Bu görüntüler Türkiye'deki barış ve kardeşlik ortamını pekiştirecek. Kimse endişe etmesin” dediği ifade edildi.
Kuzey Irak'ta incelemelerde bulunan Hak-Par Genel Başkanı Bayram Bozyel, PKK'nın silahsızlandırılması görüşmelerinin sürdüğünü anlattı: Lider kadronun pasaportları hazırlanıyor. Plan Mahmur'dan başlayacak
Silahsızlanma sürecinin başlangıcı
Kuzey Irak'ta bir hafta boyunca seçim çalışmalarını izleyen ve Kürt yöneticilerle görüşen Hak-Par Genel Başkanı Bayram Bozyel, PKK'nın silahsızlandırılması ile ilgili görüşmelerin sürdüğü ve hatta detayların görüşüldüğü bilgisini aldığını söyledi. Bozyel, silahsızlandırma sürecinin başlangıcının Mahmur Kampı'nın boşaltılması olacağını belirtti.
Bozyel, geçen hafta Kuzey Irak'ta KDP ve KYP'nin orta düzey yöneticileri ve Irak Devlet Başkanı Celal Talabani'nin yardımcısı Mola Bahtiyar ile görüştüğünü belirtti ve izlenimlerini Taraf'a anlattı.
Süreç işliyor
Kuzey Iraklı yetkililerin söylediğine göre PKK'nın silahsızlandırılması yönünde detayların ele alındığı bir sürecin işlediğini belirten Bozyel, görüşmelerin Türkiye, ABD ve Irak arasında sürdüğünü söyledi.
"Pasaport bir günde de hazırlanır"
Kuzey Iraklı yöneticilerin kendisine, “PKK üst yönetiminin pasaportları hazırlanıyor” dediklerini belirten Bozyel “Bir planın işlediği, kafa yorulduğu, gidilecek ülkelerin konuşulduğu söyleniyor. Pasaportlar hazırlanıyor derken, detayların görüşüldüğünü söylemek istiyor olabilirler. Pasaport bir günde de hazırlanır. Mesele işin somut temeller ve düzeyde yürütüldüğüdür” dedi.
“Genel af olmadan olmaz”
PKK'nın üst düzey yöneticilerinin Avrupa'ya, diğer yapının Türkiye'ye dönüşü planlarının yapıldığını söyleyen Bozyel, “Türkiye'nin yapacağı hazırlıklar, genel af olmadan ne pasaport olayı ve başka şeylerin hayat bulma şansı yok. Genel af konuşulurken, nereye ve nasıl gideceklerine kadar konunun detaylandırıldığı anlaşılıyor. Emin ifadelerle 1-2 yıl içinde önemli bir dönüşümün olacağını söylüyorlar” dedi.
“Türkiye PKK ile temasta”
“Türkiye'nin değişik düzeylerde PKK ile temasta olduğunu söyleyebilirim. doğrudan veya dolaylı. Kuzey Irak'ta yaptığım görüşmelerden çıkan sonuç bu” diyen Bozyel, bu görüşmelerde, sürece şekil veren tarafın Türkiye ve ABD olduğunu ve görüşmelerin Kuzey Iraklı Kürtler aracılığıyla yapıldığını ifade etti.
"Son söz sahibi Iraklı Kürtler"
Bozyel, “Bu olayda en son söz sahibi olan Iraklı Kürtler. Ancak onlar PKK'nın silahsızlandırılmasına katkı sunabilecek en önemli aktörlerden birisi. Bunun nedeni, hem Kürtler arasında ortak payda var hem de PKK'yı tanıyor. Bu sürecin kısa sürede çözüm yoluna gireceğine ilişkin sözler KYP ve KDP yetkililerine ait” dedi.
Planın başlangıcı Mahmur Kampı
PKK'lıların Türkiye'ye dönüşü ve silahların teslimi ile ilgili süreçte Kuzey Irak'taki Mahmur Kampı'nın genel çözümün bir başlangıcı olarak görüldüğü izlenimini edindiğini kaydeden Bozyel, PKK'nın, yönetiminde olan Mahmur Kampı'ndakilerin önce tahliye edileceğini, dağdaki PKK'lıların Mahmur'a getirilmesinin de ikinci aşamada olacağını söyledi.
Aleyhinde söylenen her kelimeye dava açan Başbakan Erdoğan, sonunda maç esnasında kendisini protesto eden taraftarlara da dava açtı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeri geldi gazetecileri azarladı, yeri geldi çiftçiye "ananı al da git" dedi, yüz yüze gelemeyip azarlayamadıklarını ise mahkemeye verdi.
Erdoğan, Bursaspor ile Tokatspor arasında oynanan Fortis Türkiye kupası maçı sırasında kendisi aleyhinde tezahurat yapan taraftarları mahkemeye verdi.
ERDOĞAN'I KIZDIRAN SIFATLAR
Başbakan Erdoğan'ı kızdıran ve dava açmasına neden olan tanımlamalar şunlar: 'Çorba Başbakan', Pervasız, kabadayı, Tayyipler Âlemi, Psikopatik Agresif, 'Kasımpaşalı İmam', 'İrecep İrdoğan', 'Faşist', 'Mazoşist...'
ERDOĞAN HIZINI ALAMADI, TARAFTARA DAVA AÇTI
Açtığı davalarla hızını alamayan Başbakan Erdoğan, son olarak Bursaspor'lu 22 taraftara dava açtı.
Bursaspor'un kendi sahasında Tokatspor ile oynadığı maç sırasında ‘Teksas Tribünü'nde bulunan bir grup taraftar, yeni stad yapılmasını isteyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aleyhine tezahürat yaptı. Başbakan Erdoğan da bunun üzerine, taraftarları mahkemeye verdi.
Taraftarların attığı slogan ise sadece, “Stadın yerine Tayyip karar veremez” şeklindeydi. Maçın ardından incelenen görüntü ve fotoğraflarda tezahürat yaptığı öne sürülen 22 taraftar gözaltına alındı. ‘Kamu görevlisine yönelik görevinden dolayı alenen hakaret’ suçundan adliyeye çıkartılan taraftarlar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
HAKİMLER DE PES ETTİ
Başbakan Erdoğan'ın açtığı yüzlerce dava mahkemeleri dahi pes ettirdi ve sonunda Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, tazminat istemini reddettiği davada gerekçesini şöyle açıkladı:
"Siyaset sahnesinde yer alanlar hakkında verilen haberlerin ve yapılacak eleştirilerin sert ve acımasız olması konumları icabıdır. Sıradan kişilerin muhatap olamayacağı eleştirilerle de karşılaşabilirler."
BAŞBAKAN ELEŞTİRİYE AÇIK OLMALI
Yargıtay ise verdiği bir bozma kararını "Başbakan eleştiriye açık olmalıdır" diye gerekçelendirdi.
Yerel seçimler öncesi özellikle Diyarbakır'da DTP ve AKP arasında müthiş bir rekabet yaşanıyor. DTP Diyarbakır'ın "Kürtlerin kalesi" olduğu imajını yaratarak, bölgedeki ağırlığını pekiştirmeye çalışırken, AKP "iktidar olma" inisiyatifini kullanarak, bölgeye hizmetin daha çok götürülmesi için hazırladığı projelerle DTP'nin oylarını eritmeyi amaçlıyor.
Güneydoğu'da DTP için "vazgeçilmez" olan Diyarbakır'la ilgili, Bugün gazetesi yazarı Erhan Afyoncu'nun "tarihsel içerikli" bir yazısı dikkat çekiyor. Afyoncu'nun yazısında, Diyarbakır'ın tarih boyunca sadece Türk devletlerine başkentlik ettiğinden bahsediliyor.
DİYARBAKIR'IN TÜRKLÜKLE İLGİLİ UNUTULAN ÖZELLİĞİ
Başbakanımız dün Diyarbakır'daydı. Diyarbakır'ı hayali başkent yapanlar, şehrin önemli bir özelliğini unutuyorlar. Diyarbakır, tarih boyunca iki Türk devletine İnaloğulları ve Akkoyunlular'a başkentlik etmişti...
Diyarbakır, Dicle kenarında önemli ticaret ve ulaşım yolları kavşağında kurulmuştu. Bu yüzden tarih boyunca önemli bir şehir oldu. Diyarbakır, 639'da Halid bin Velid tarafından fethedilince şehirde Müslüman hakimiyeti başladı. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah zamanında Mayıs 1085'te Diyarbakır Türk hakimiyetine girdi.
İNALOĞULLARI'NIN BAŞKENTİ DİYARBAKIR
Anadolu'nun Türkleşmesi sürecinde Selçuklular'ın yanı sıra birçok Türkmen beyliği önemli roller üstlendiler. 11. yüzyılın sonu ve 12. yüzyılın başlarında Güneydoğu Anadolu bölgesinde, Hasankeyf ve Mardin merkezli Artukoğulları, Erzen ve Bitlis merkezli Dilmaçoğulları, Siirt ve çevresinde Kızıl Arslanoğulları ve Diyarbakır merkezli İnaloğulları (Yınaloğulları) kurulmuştu. Bölgede 1095'ten 1183'e kadar hüküm süren İnaloğulları Beyliği'nin başkenti Diyarbakır'dı.
Türkiye'nin genç ve çalışkan Ortaçağ tarihçilerinden Dr. Adnan Çevik'in Yınaloğulları ve Ortaçağ'da Diyarbakır üzerine önemli araştırmaları vardır. Selâhaddin Eyyubî 1183'te bölgeye hakim oldu. 1240'ta Türkiye Selçuklu Sultanı İkinci Gıyâseddin Keyhusrev Diyarbakır'ı zapt etti. Daha sonra Moğol hakimiyetine giren Diyarbakır, 14. yüzyılın ortalarında Celâyirliler'in eline geçti.
Nisan 1394'te Timur tarafından zapt edilerek yağmalanan Diyarbakır 1401'de Güneydoğu Anadolu'nun önemli Türkmen beylerinden Akkoyunlu Karayülük Osman Bey'e verildi. Akkoyunlular devletlerini kurduktan sonra Diyarbakır'ı kendilerine başkent yaptılar.
AKKOYUNLU TÜRKLERİ'NİN BAŞKENTİ
Bölgenin diğer güçlü Türkmen beyliklerinden Karakoyunlular Diyarbakır'ı birkaç defa kuşattılar, fakat alamadılar. Akkoyunlular'ın en önemli hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu ülkeleri tamamen fethedince Akkoyunlular'ın başkenti Tebriz'e nakledildi. Bununla beraber Diyarbakır Akkoyunlular'ın önemli merkezlerinden biri olmaya devam etti. İran ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hüküm süren Akkoyunlu Devleti'ne son veren Safevi Türkmenleri bölgeye hakim oldular.
Şah İsmail, 1507'de Diyarbakır'ı elegeçirip, valiliğini Ustaclu Muhammed Han'a verdi. Osmanlılar, 23 Ağustos 1514'te Çaldıran Savaşı'nda Safevîler'i mağlup ettikten sonra 1515'te Diyarbakır ve çevresi Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlılar, Diyarbakır merkezli bir beylerbeylik kurarak bölgeyi idare ettiler.
AKKOYUNLULAR
Osmanlılar gibi Oğuz Türkleri'nden olan Akkoyunlular, Bayındır boyuna mensuptular. İsimleri besledikleri koyunlardan geliyordu ve yine besledikleri hayvanlardan aşiretlerinin adını alan Karakoyunlular ile düşmandılar. Akkoyunlular Diyarbakır ve civarında yaşarlarken, Karakoyunlular Muş bölgesinde hüküm sürüyorlardı. Akkoyunlular, Moğol istilasından kaçarak 14. yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır bölgesine gelip, yerleşmişlerdi.
1402'de Ankara Muharebesi'nden sonra Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da hakim olup, Akkoyunlu Devleti kurdular. 1450'lerde en büyük hükümdarları olan Uzun Hasan tahta geçti. Doğu Anadolu'yu tamamen fetheden Uzun Hasan, ezeli düşmanları olan Karakoyunlular'ın üzerine yürüdü ve 1467'de Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah'ı mağlup ederek, Karakoyunlu Devleti'ni ortadan kaldırdı.
Daha sonra Kirman ve Bağdad'ı ele geçirdi. Osmanlılar, Doğu Anadolu'da yayılmaya başlayınca Uzun Hasan'la karşılaştılar. Uzun Hasan, 1473'te Otlukbeli Muharebesi'nde ilk defa bir mağlubiyete uğradı. Bu muharebe Akkoyunlu Devleti'nin sonunu hazırladı. 1478'te Uzun Hasan'ın ölümünden sonra taht kavgaları ve Safevi Türkleri ile mücadele bitmek bilmedi.
1500'de Akkoyunlu Devleti, Elvend ve Murad beyler arasında ikiye bölündü. Şah İsmail, 1501'de Elvend'i mağlup ederek, Tebriz'e girdi ve Safevi Devleti'ni kurdu. Daha sonra diğer Akkoyunlu hükümdarı Murad Bey üzerine yürüyen Şah İsmail, onu da yenerek Akkoyunlu Devleti'ni sona erdirdi.
Sivas Madımak Oteli’nde meydana gelen olayların 17. yılı dolayısıyla Aydın’da düzenlenen anma etkinliklerinde Aleviler, taleplerini açıkladı. Aleviler ilk taleplerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilerek devletin bütün dinlere eşit mesafede olması olduğunu belirttiler.
Yıllardır okullardaki zorunlu din derslerinin kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi ile ilgili taleplerini dile getirdiklerin ve getirmeye de devam edeceklerini belirten Aydın Belediye Meclisi Eğitim Kültür Komisyonu üyesi ve Hacıbektaş Veli Kültür ve Dayanışma Derneği eski başkanı Sümran Ünal, Alevilerin Sivas Madımak Oteli’nde meydana gelen olayların 17. yılı dolayısıyla düzenlenen anma etkinliklerindeki taleplerini haklı bulduğunu söyledi. Temel hak ve özgürlükleri inanan herkesin bu taleplerin yanında olması gerektiğine de inandığını ifade eden Ünal, “Türkiye sosyal ve laik bir devlet olduğunu iddia ediyorsa sadece Sünni inanca hizmet veren Diyanet İşleri Başkanlığı’nı lağvetmelidir” dedi.
Sivas Madımak Oteli’nde meydana gelen olayların 17. yılı dolayısıyla düzenlenen anma etkinlikleri çerçevesinde taleplerini açıklayan Aleviler EMEK Partisi Aydın İl Örgütü Aracılığı ile yayınladıkları bildiride taleplerini açıkladılar. Yayınlanan bildiride “Alevilerin bugüne kadar yaşadıklarının sorumlusu olan güçlerin bugünkü temsilcileri, yeni bir aldatma ve yanıltma içindedirler. Alevilerin diyanete bağlanması ve dedeler maaş verilmesi gibi uygulamalar alevi toplumunun kültür ve gelenekleri ile asla bağdaştırılamaz. Bu gibi taleplerden vazgeçilmelidir. Diyanet lağvedilerek devletin bütün dinlere eşit mesafede durması, zorunlu din derslerinin kaldırılması, Alevileri rencide eden söz ve yazılı kaynakların değiştirilmesi kesin taleplerimizdir” ifadelerine yer verildi.
Okullarda zorunlu din dersi okutulmasına anlam veremediğini ve bunun ‘dinler tarihi’ dersi ile değiştirilmesi gerektiğini ifade eden Aydın Belediye Meclisi Eğitim Kültür Komisyonu üyesi ve Hacıbektaş Veli Kültür ve Dayanışma Derneği eski Başkanı Sümran Ünal “Türkiye Demokratik ve Sosyal Laik Devlet olduğunu iddia ediyorsa sadece Sünni inanca hizmet veren Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmalı ve okullardaki zorunlu din derslerini kaldırmalıdır” dedi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin daveti üzerine yapacağı Irak ziyaretinin zamanlaması ve programıyla ilgili ilk kez beklentilerini aktardı. Baykal, Irak gezisinin sadece Bağdat'ı kapsayacağını belirtirken ziyaretin Ramazan ayından sonra gerçekleşeceğini açıkladı. Baykal, "Başbakan Maliki, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi, Türkmen Grupların temsilcileri, Kürtlerle de tüm gruplarla görüşmek istiyorum" dedi.
HEYET ÇALIŞMASI
Bağdat'tan gelecek heyetle çalışılacağını açıklayan Baykal, ziyaretle ilgili üç aşama bulunduğunu açıkladı. İsveç'in AB Dönem Başkanlığı'nı üstlenmesi nedeniyle önceki gün verilen resepsiyona kurmaylarıyla katılan Baykal bu aşamaları şöyle sıraladı:
Irak'ta Türkiye ile ilişkiler konusunda atılacak adımlar ve görüşmeler: Baykal, Türkiye-Irak arasındaki görüşmeleri yakından takip ediyor ve Bağdat'tan ziyareti için gelecek heyeti bekliyor.
Tüm grupların temsilcileriyle görüşmesi için uygun takvim: Belirlenecek takvimin Irak'taki tüm gruplarla Bağdat'ta görüşmeye uygun olması.
Irak'ta güvenliğin sağlanması: Irak'ta özellikle son günlerde devam eden saldırıların ardından güvenliğin sağlanması.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Burdur'da bedelli askerlik yapacak oğlu Necmettin Bilal Erdoğan, 3. Tabur 1. Bölük'te 21 günlük askerlik görevini tamamlayacak. Dün saat 17.00 sıralarında teslim olan Bilal Erdoğan'ın 360 bölük arkadaşı ile 30 koğuş arkadaşı var.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dünya Bankası'nda çalışan oğlu Necmettin Bilal Erdoğan'ın bölüğü belli oldu. Dün saat 17.00 sıralarında geldiği Burdur'da birliğine teslim olan Bilal Erdoğan'ın kaydı 3. Tabur 1. Bölüğe yapıldı. Alay binasına yakın olan 3. Tabur'daki 1. bölüğe kaydı için herhangi bir ayrım yapılmayan Bilal Erdoğan'ın diğer askerler gibi askeri üniforma ile eşyalarını teslim aldığı öğrenildi. 58. Piyade Er Eğitim Alayı'ndaki 3 taburun sonuncusuna kaydı yapılan Bilal Erdoğan, 1 bölükte 360 kişi ile birlikte askerlik yapacak. Erdoğan'ın koğuşunda ise 30 asker yer alacak.